Ligimizin ilk üç
haftası tamamlandı. Sorun daha otuzbir hafta olması. Bu futbolcularla, bu
yönetimlerle, bu hocalarla hepsinden öte bu mantıkla nereye kadar devam
edebiliriz sorusu yine gün yüzüne çıktı. Daha ortada çekişme bile yokken, ligde
kazanılan ya da kaybedilen hiçbir şey yokken sert açıklamalar maç sonraları
akmaya başladı.
Hep
mi hakem engeli!
Özellikle kulüp
yöneticilerinden ve futbolculardan duymaya alışık olduğumuz standart maç sonu
demeci vardır: Hakem çok kötüydü, kararları ile bizi resmen doğradı.
Pep Guardiola bundan
birkaç sene önce hatalı hakem kararlarının olduğu bir maçtan sonra biz büyük
takımız; varsayalım ki hakem ofsayttan 3 gol verdi o zaman tek yapmamız
gereken 4 gol atmak demişti. Ya da yanlış kararla 2 oyuncumuzu birden attı ama
biz yine de dokuz kişi ile direnip maçı kazanmalıyız demişti. Tamam bu bizim
için ütopya olur ama hakem hatalarının tüm dünyada olduğu gerçeği ortadayken bu
kadar ağlanmak doğru mu?
Oyuncular maçtan sonra
veryansın ederler böyle hakem olmaz, o penaltı çalınmaz, hakemliği bıraksın
diye. Fakat ben hiç duymadım hatalı gol sonrası futbolu bırakmalıyım diyen
kaleci ya da gereksiz yere atılan oyuncudan ben bu işi beceremiyorum öz eleştirisi.
Adalet
mi istiyoruz torpil mi?
Herkesin ağzına sakız
gibi dolanmış standart beyanat vardır. Biz adalet istiyoruz! Hadi oradan ya. Besbelli
torpil senin istediğin. Bak bu maç benim aleyhime hatalı kararlar verdin.
Önümüzdeki hafta adaleti yanlış kararlarla sağla isteği bu düpedüz. Bunun devam ettiği
yerde hakemden performans beklemek de saçma oluyor tabii. Baskı altında çıkılan
maçlarda hatalı kararlar gelmeye devam ediyor ve kaza zincirleme kazaya dönüşüyor.
Olaylar aslında çok
benzer birbirine. Bir hafta o büyük takımın yararına çalınan düdük diğer hafta
ağlayan diğer bebeğe çalınıyor ve o takımda hakem hatalarından nasiplenmiş
oluyor. Bağırmak da bu işin modası çünkü ağlamayan bebeğe bizim ülkemizde emzik
verilmiyor...
Seba
sezonu…

Kulaklarımızın belki
hiç duymayacağı ama olması gerekenler vardır. Bu hafta sonunda Gökhan Gönül’e
çalınan penaltıda müdahale vardı ama penaltı olması ağır bir karar oldu. Hakemi
yanıltmış isem özür dilerim demesi güzel olurdu. Ya da Onur Kıvrak’ın maç
sonrası “Trabzon bu ülkeye bağlı değil mi” odağında giden açıklaması yerine
hakem çok kötüydü düzgün bir hakem olsa ben kaleden koşarak geldiğimde sarı kartı
hak ettim, sitem niteliğindeki degajım da ikinci sarı nedenidir beni oyundan
atması gerekirdi demesi gerekmez miydi? Belki de o zaman sosyal mecralarda
Gaziantep’ten çok Gaziantepli olan Galatasaraylılar Gökhan’a ağza alınmayacak
laflar etmezdi. Ya da Trabzon’un beraberliğine Fenerbahçeliler oh oldu demezdi.
Ağlanmasından
bıktım!
Kendi işimize bakmamın
zamanı gelmedi mi? Tıpkı Felipe Melo’nun Eskişehir maçından önceki röportajında
hala Süper Kupa ile ilgili soru sorulmasına yeter artık demesi gibi mesela.
Tüm başarısızlıklara
takım dışı kulp bulmaya çalışmak bayağı oldu artık. O kadar dillendirildi ki
istedikleri kadar mecbur kalıyoruz bu açıklamaları yapmaya densin. Biraz
vicdanı ve aklı olan seyirci olayların saçmalığını görüyor artık. O yüzden
ağlanmanın modası fanatikler harici çoktan geçti. Olaylar tiksindirici bir hal
almaya başladı. Eskiden zevkle izlediğim maçların artık haberlerini bile takip
etmez oldum. Ağla ağla ağla artık çok sıktı. Bi’ oynayın siz topunuzu, gerisini
adaletli yüreklere bırakın. Hakkınız gerçekte olmasa da yüreklerde verilir. Bir
Trabzonluyu Fenerlinin alkışlaması ya da Fenerliyi Galatasaraylının alkışlaması
en değerli kupadan bile önde gelmeli.
Ahmet Erdoğan
Kocaeli Üniversitesi Metalurji Malzeme Müh.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder