Futbol değişti en klişe lafı oldu günümüz
futbolunun. Endüstriyel soyadını futboldan fazla telaffuz eder olduk. Hep dış faktörlere
tıkılıp kalıverdik, futbol dışı
olanlara. Asıl önemli olan da değişti tabii. Saha içi standartları, algıları da
alt üst oldu zamanla. Güzelim futbolda nihayet genç anlayışı da değişti artık.
25 yaşındaki genç Semih Şentürkler tarihe karışırken, 20 yaşındaki genç Hakan
Çalhanoğlugiller ele geçirdi futbolu. Eskidendi o 23 yaşındaki genç yıldız
nidaları.
23 yaş yeterince pişmiş görülüyor, dört bir yanda
güzel servis edildiği için de kimseye absürd gelmiyor bu durum haliyle. Kafa olarak
olmasalar da fizik olarak pişiriliyor tabii bu yetenekler. 20-21 yaşındaki
yıldız adayları alt lig takımlarına kiralanıp kafa olarak da olgunlaşmaları
hedeflenirdi. Şimdilerde ise gençler takımın eli ayağı oluveriyor, veteran
olarak adlandırılan futbolun gediklileri ise futbol hayatının jübileye yakın
kesimlerini bu gençlere adıyor. Günümüzün asıl olayı güncel olmaktan çıkıp
potansiyele döndüğü için bütün bu çaba. Döner sermaye de potansiyelin peşine
düşmeye başladı artık. Cristiano Ronaldo ve Falcao gibiler için ne kadar para
saçılıyorsa artık potansiyelli genç için de bir o kadar harcanıyor. Hazard
henüz hiçbir şey kanıtlamamışken 30 milyonlara Chelsea yolunu tutarken, 1993
doğumlu Lukaku tarihi boyunca bu tür toplara hiç girmemiş olan Everton’a 35
milyon bedelle transfer olup rekorlar kırarken bu işlerdeki asıl strateji
“bulduğun yeteneği kaçırma” idi tabii
ki. Uzun uğraşlar sonucu Dünya’nın bir diğer ucunda keşfettiğiniz oyuncuyu
getirseniz dahi oynatamadıktan sonra hiçbir anlamı kalmıyor o scout ekibinin. Henüz
mental olarak kocaman bir soru işareti barındıran bu çocuklara çuval dolusu
para ödenip yeterince baskı uygulanmıyormuş gibi bir de bu çocuklardan lig
şampiyonlukları, Avrupa şampiyonlukları getirmeleri bekleniyor. Madem hedefler
bunlar, hedef doğrultusunda takıma bir de lider gerekiyor. Fark yaratacak unsur
parayı basıp yıldız adayı getirmek değil, oynatabilerek potansiyeline
ulaştırmak. Chelsea ve Everton gibi sağlam temellere dayanan kulüpler bunu
rahatlıkla başarıyor çünkü bu işin kitabını yazmış adamlar tarafından
yönetiliyorlar. Yönetenden kastım başkan değil tabii, bizim pek aşina
olmadığımız bir futbol bileşeni; menajer kültürü.
Üstün yeteneklerle baş etmek önemli meziyettir lider
için. Yılda milyonlar kazanan adamlara hükmetmek her yiğidin harcı değil.
Oyuncu gibi milyonlar kazanmak bu sorunu ortadan kaldıramaz tabii, ne yazık ki
böyle de bir algı var.
Liderlik vasfı çözümü sunar menajere. Stili vardır
yetenekli menajerin. Farkı vardır ki oyuncudan malzemeciye kadar kulübün taşına
toprağına hissettirsin. Başkan, yönetici gibi iş adamları değil gerçek futbol adamlarıdır menajerler. Uzunca
giriştiğim bu üstün yetenekle baş edememe
sorununun püf noktaları vardır liderler için. Yeteneği sahiplenir, o aday
için yılların birikiminden vazgeçip fedakarlık yapabilir ve beklentiyi
kucaklayabilir. Asla bunun kolay olduğunu savunmuyorum. Zorluğundandır ki
Manchester United’ın bir tane Alex Ferguson’u, Liverpool’un bir tane Bob
Paisley’i, Arsenal’in bir tane Arsene Wenger’i var. Liste daha uzamadan
bölünelim.
Yeteneği
Sahiplenmek
Oyuncular kulüple özdeşleşebilir ama kulübün önüne
geçemezler. Bu felsefeyi sağlayan adamdır menajer. Sir Alex Ferguson Manchester
United’daki krallık döneminde bunu en somut haliyle hissettirmeyi başarmıştı
herkese. Yıldızına sahip çıkmış ama yeri geldiğinde de önündeki en büyük engel
olmuştu. Eric Cantona Manchester ile özdeşleşmiş, yeniden doğmuş ama asla
kulübün önüne geçmemişti. Beckham ve Ronaldo gibiler mi? Onlar spot ışıklarını
seçmişlerdi.
Futbol dünyasında üst düzey yetenekleri en başarılı
şekilde yoğuran menajerlerden biri olan Jose Mourinho yeteneği sahiplenme
konusunda şunları söylüyor: “En zoru yetenek sahibi olmamak! Özel yeteneklerle
çalışmayı asla ve asla dert etmedim. Böyle bir sorunum hiç olmadı. İnsanların
bunu sorun olarak görmesini ya da elinde bir tane varken iki, üç ya da dört
tane olamayacağını söylemesini hiçbir zaman anlamadım. Ben 11 özel yetenek
istiyorum! Belki şanslıydım belki değildim ama bunu asla sorun etmedim.”
Mourinho şanslıydı veya değildi ama başarmıştı. Sesi
yeni yeni kalınlaşan çocuklarla Porto’yu, şimdilere kıyasla doymuş ve veteran
bir İnter’i, yıldızlar topluluğuyla da finalde başında olmasa da Chelsea’yi Şampiyonlar
Ligi şampiyonu yapmıştı. Uzun lafın kısası başarmıştı her seferinde. Eleştirilerin
odağındaydı her zaman fakat kimse onun oyuncularıyla yaşadıklarını değil, deyim
yerindeyse futbolu bizlerden farklı görüşünü eleştiriyordu.
Üstün yetenek girişimin ilk adımıdır. Girişimci
lider için ise tam bir fırsat. Hoş karşılar onu ve göğsünü gere gere söyler: “
İyi sonuçlar alıyorum çünkü iyi oyuncularım var!” Bu Mancini’nin Manchester
City’deki zafer dolu dönemine ait sahiplenmenin sözü. Birçoğunuz ‘o kadar para
bende olsa ben de şampiyon yaparım’ diyebilir fakat o kadar çok para olduğu
için yapılamıyor ya zaten.
Alçakgönüllülük
ve Değişime Açık Olmak
Oyuncular kulübün önüne geçmemeli felsefesi
menajerler için de aynı önemi arz ediyor. Zaferlerden sonra spot ışıklarına
menajerin çıkması da uzun vadede sorun teşkil eder. Elindeki üstün yeteneği
kaybetme riskini artırır ister istemez. Siz bir takımda Fatih Terim iseniz, 61
yaşına da gelseniz kanıtlamaya çalıştığınız bazı değerler var ise eninde
sonunda kaybedersiniz bu yüzden.
Alex De Souza yakından tanıdığımız hüzünlü
örneklerden birisi. Bazı planlar, zaferler ve mucizeler Alex’ti fakat inkar
edildi zamanında. Üstün yeteneğin üzerine kurulmuş bir sistemi inkar eden
liderin yenilgiyi yaşaması kaçınılmaz oldu. Bizim için büyük, Dünya için küçük
bir başarımdan sonra ise menajer geçti kameraların karşısına, herkes de ‘işte
inanılmaz sistem’ diyebildi ya hatırladıkça ciğerim sızlar.
Bu konuyu elle tutulur hale getirecek örnek ise
dönemin Queens Park Rangers menajeri Neil Warnock ile takımın yıldızı Adel
Taarabt’ın hikayesi. Neil Warnock 62 yaşına kadar hiç üstün bir yetenekle
çalışmamış bir menajer. İlk kez Adel Taarabt’la tanışmıştı dahi bir oyuncu
olarak. Taarabt ise Fas’ın geleceği parlak oyuncularının başında geliyordu o
dönemde. Topu çok seven, iki çalım atmadan topu ayağından çıkarmayı sevmeyen
cinstendi. Neil Warnock QPR’daki ilk antrenmanına çıktığında önceki teknik
ekipten kalan isimler Warnock’a oyuncuları tanıtırlar. Bilgilendirme yapılırken
de Taarabt’ı göstererek “Bu Faslı oyuncu senin sonun olacak, önceki iki menajer
onu çalışmadığı için yedek bıraktı ve sen de aynısını yapacaksın aksi takdirde
yine kovulacaksın. O bu takım için lüks” derler. QPR da o sıralar 12. sırada ve
küme düşmeme mücadelesini ufak ufak hisseder. Takımın gol atma konusunda beceri
sıkıntıları olduğu için geleceği pek de parlak görülmez. Taarabt bu iş için
biçilmiş kaftan olmasına rağmen bir türlü fayda sağlanamaz ondan. Kaybedilen bir
maçın ardından Warnock onu kenara çeker ve aralarında şöyle bir diyalog geçer:
Warnock: Seni oynatırsam beni kovduracak mısın? Tam
bir baş belası olduğunu söylüyorlar.
Taarabt: Hayır, doğru değil.
Warnock: Ama antrenman yapmadığın için her menajerin
kovulmasına sebep olduğunu söylediler.
Taarabt: Elbette antrenman yaparım!
Warnock: Tamam, seni sezon sonuna kadar her maçta
oynatacağım. Kötü oynasan bile bir sonraki maçta sahada olacaksın. Sen benim
tacımdaki minik mücevher olacaksın.
Taarabt: Hayır, anlamadım.
Warnock: Seni futbolcu yapacağım.
Taarabt: Neden?
Warnock: Çünkü sana inanıyorum ve iyi olacaksın.
Bu diyalogdan sonra Warnock gerçekten dediğini yaptı
ve sezon sonuna kadar Taarabt’ı her maçta oynattı. Onu kazanmak için kendi 20
yıllık menajerlik birikiminden, felsefesinden vazgeçti. Takımını Taarabt’ın
üstün yetenekleri konusunda ikna etmeyi başardı ve ona bir güven ortamı
sağladı. Tabii Taarabt’ın takıma zarar veren yönlerini ortadan kaldırmalıydı
ondan verim alabilmek için. Takıma ilginç bir kural getirdi ve uygulamayan
oyunculara cezalar verdi. O kural da Taarabt’a kendi yarı sahalarında pas
atmamaktı. Her şey çok basitti aslında. Taarabt iki çalım atmadan topu ayağından
çıkarmayanlardandı ve bunu takım hücuma kalkarken de yapıyordu. Rakibine bacak
arası atmaya çalışırken başlamadan bitirdiği hücumlardan, sebep olduğu
kontralardan, yedirdiği gollerden kurtulmak için ona kendi yarı sahalarında pas
atmayı yasakladı. Taarabt’tan tam verim alarak başarıyı sağladı. Taarabt’a
Yılın Futbolcusu ödülünü, takımına da Premier Lig’e yükselme keyfini yaşattı
Neil Warnock. Taarabt’ı söylediği gibi tacındaki minik mücevheri yapmayı
başardı. Takımı için kendinden ödün verdi, tüm felsefesini üstün yeteneği için
değiştirdi ve bunu söylemekten asla çekinmedi. Başarı anında ise spot
ışıklarının önüne üstün yeteneği Taarabt’ı geçirerek alçakgönüllü olmayı da
bildi. Kısaca iyi bir lider nasıl olmalı sorusuna yanıt oldu.
Beklentiyi
Karşılamak
Drogba, Roberto Carlos, Guti gibi futbolun ciğerine
işlemiş oyuncuları izlemek için mabedleri doldurdu zamanında Türk seyirciler.
Yıldızlar sahaya adımını atar, alkış kıyamet kopardı. Yıldızların ilk
günlerinde o sahaya çıkmaları bile yeterdi taraftar için. Ya sonra? Aradan
vakit geçtikçe sarhoşluk geçmeye başlar, bekleneni veremeyen yetenek
homurdanmalara yol açar. Tuzu yerinde olan çorbanın içine tansiyon hastalarına
tepki olarak giriverir bir anda. Liderin en kritik görevlerinden biri de bu
soruna yerinde müdahale etmek. Bu yıldızlar için ideal ortamı hazırlamalı,
beklentiyi dengeli şekilde aktarmalı. Kötü performansın düşük beklentiden mi
aşırı beklentiden mi kaynaklandığını analiz edip oyunculara özel bir şeye sahip
olduklarını yeniden hatırlatmalı. Aksi takdirde doymuşluğa yenik düşer elindeki
üstün yetenek.
Kazanım odaklı düşünce yapısında elindeki üstün
yeteneği kaybetmemek uğruna imtiyaz tanımak da bireyden önce takımı bitiren
etkenlerden birisi. Saydıklarım gibi cinsten yetenekler ise bu oyuncular zaten
aldıkları maaş ile dengeleri alt üst ederek giriş yapıyorlar takıma. Sergen’in
Beşiktaş’taki son yıllarını hatırlarsanız ne demek istediğimi daha iyi
anlayacaksınız. Bir anda seviye düşüvermişti Beşiktaş, belki de Sergen’in
yaşadığı ve yaşattığı yetenek sarhoşluğundan dolayı doğan dengesizlik sonucu.
Menajerlik yeteneğini sadece saha içindeki taktikler
bütününü oluşturmayla sınırlamanın Avrupa genelinde bize has bir görüş olduğunu
düşünüyorum. Başkanlar, yöneticiler, idari kesimler menajerin yetki alanına o
kadar çok müdahale ediyor ki menajere sadece teknik, taktik kalıyor. (Onların
bile kalmadığı kulüplerimiz var ki vay hallerine.) Kötü gidişin de sorumlusu
teknik ve taktik oluyor tabii. Tam yetkiye sahip olabilse bizim ülkemizin takım
liderleri belki de tarzı ve yapmak istedikleriyle istikrar sağlayabilecekler.
En azından denemeye değer diye düşünüyorum sevgili okur, bir ülke sporunda daha
fazla ne kaybedilebilir ki?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder