Arda Turan için birçok sıfat kullanılabilir. Sıcakkanlı,
samimi, sihirbaz, topla büyüleyen, bizden biri. Ama ben başka bir noktanın
üzerinde duracağım. Top toplayıcı çocuk.
Bayrampaşa'da doğup büyüyen Arda Turan, semtinin kulübü
Bayrampaşa Altıntepsispor'dan, 12 yaşında,”manevi babam” dediği, kendisine
Galatasaraylılığı ve Galatasaray ruhunu ebediyen aşılayacak olan Fatih Terim'in
kendisini keşfetmesi sonucu Galatasaray'a transfer oldu.
4 sene boyunca PAF takımında forma giydikten sonra, Hagi
yönetimindeki A takıma yükseldi ve ilk profesyonel karşılaşmasına 2004 – 2005
sezonunda İzmit İsmetpaşa Stadı'nda Bursaspor'a karşı çıktı. O sezonsa bundan
başka sadece ligin son haftasındaki Denizlispor karşılaşmasında görev aldı.
Bir sonraki sezon, tecrübe kazanması için Manisaspor'a
kiralandı. Manisaspor'daki performansını kariyeri için bir kırılma noktası
olarak gören Arda, o sıralar Kayseri Erciyesspor'u çalıştıran Bülent Korkmaz'ın
kendisini istemesi üzerine kendisine 'Bülent Abi seni canımdan çok severim. Ama
Ersun Yanal'a söz verdim.' demiş, daha sonrasında 'Çünkü biz sözümüzün eri
olmayı Arif Abi'den, Bülent Abi'den, Okan Abi'den öğrendik' açıklamasını
yapmıştır.
Manisaspor'da kaldığı yarım dönem boyunca iyi bir performans
sergileyen Arda için, masal bir sonraki sezon Galatasaray'a dönmesiyle
başlayacaktı. Aslında masal olarak başlayan bu hikaye daha sonrasında buruk bir
ayrılığa çevrilecekti, buraya geleceğiz.
2006 - 2007 sezonundan itibaren zamanla yükseldi, sevildi,
takımın en iyisi, belkemiği oldu. Temmuz 2008'de,
İspanyol futbol dergisi Don Balon tarafından 'Dünyanın En İyi 100 Genç
Oyuncusu' listesinde 8inci sırada yer aldı. Düzenli süre almaya
başladıktan sonra 3.sezonu olan 2008 – 2009 sezonu sonunda, daha 22 yaşında
kaptanlığa dahi yükseldi ve Galatasaray tarihinin
en genç kaptanlarından biri olarak adını Turgay Şeren, Bülent Korkmaz ve Tugay
Kerimoğlu gibi efsanelerin yanına yazdırdı.
Arda, Galatasaray olmuştu. Tribünlerin sevgilisi,
Galatasaray'ın ve Avrupa Şampiyonası'nda destanlar (!) yaratan milli takımın
geleceği, eksikliği en çok hissedilen oyuncuydu. Sadece oyun görüşü değil,
efendiliği, samimiyeti, maçtan sonra muhabirlerle şakalaşmaları, hiç eksilmeyen
kocaman gülüşüyle tam bir yıldız olmuştu, bir kahraman. Emre Belözoğlu ve
İbrahim Toraman gibi örneklerden sonra alışık olmadığımız bir kahraman. Sadece
Galatasaray değil, bütün Türkiye'nin sevdiği isim olmuştu Arda. Lakin herşey
harika giderken, ülke basını rahat durmadı.
Göz önündeki başarılı insanı
rahat bırakmayız, huyumuzdur. Yediği yemekten, izlediği filme kadar
araştırılır, gazeteler ve TV programları sayesinde halka servis edilir. Çünkü
merak ettiklerimiz, görmek istediklerimiz bunlardır. Hep böyle oldu.
22 yaşındaki Galatasaray kaptanı
Arda için de ezber bozulmadı. Artık en yüksekte, erlerin meydanındaydı. Tıpkı
bir gladyatör gibi aslanların önüne atılmıştı. Kendisi de bu hayallerle büyümüştü
esasında, az sonra anlatacağım 'o' fotoğrafta görüldüğü gibi.
Futbolunun önüne geçti özel
hayatı. Daha doğrusu belki aynı hayatı yaşıyordu 3 yıl öncesiyle, bunu bilmemiz
imkansız - ve zaten gerekli de değil -, farklı olan artık öne çıkarılıyor
oluşuydu. Sevgilisiyle gece gezmeleri, sinema kapatması, gollerinden çok konuşulur
oldu. İstediği de hayal ettiği de bu değildi. Ama çarkın herkes için
işleyeceğini yaşayarak öğrendi.
Zamanla aşk azaldı, hem tribün
tarafında hem de Arda tarafında. Taraftarların gözbebeği top toplayıcı Arda
yavaş yavaş, şımarmış, kendine bakmayan, formsuz, gezip tozan medyatik Arda'ya
evrildi. Nisan 2010'da bir lig maçında 'Kimisi gece alemlerinde, kimisi sinema
peşinde' diyerek Galatasaray'ı herşeyden çok seven, kalpten bağlı olan
kaptanını alenen hedefe koydu Galatasaray tribünleri. Arda futbol oynamıyor,
resmen savaş veriyordu. Buna bir önceki sezon ligde 5., o sezon da 3. olan
takımın başarısızlığının faturasının da -
tribünler tarafından - Arda'ya çıkarılması eklenince artık farklı
seçeneklerin değerlendirilmesi gerektiği gerçeği günyüzüne çıkmaya başladı.
Bu iki
başarısız sezondan sonra sabrı kalmayan camiaya karşı mutlak şampiyonluk
beklenen takım, kulüp tarihinin en utanç dolu sezonlarından birini yaşadı ve
yaşattı. Mücadele edemeyen, geriye düştüğü anda sinip tekrar ayağa kalkacak
motivasyonu bulamayan, savaş-a-mayan isteksiz oyuncular ve bir ara düşme
hattının yalnızca bir sıra üstünde bulunduğu, tarihinin belki de en çaresiz
döneminde elde edilen 8.lik. Türkiye Kupası'nda çeyrek finalde elenme. Tam bir
acziyet. Bütün bunların üstüne, Arda'nın tribünlerle savaşının devam etmesi,
kaçınılmaz gerçeği kapıya dayandırdı. Bir sonraki sezon için kulübün efsane
ismi Fatih Terim'le anlaşılınca herkes bunun Arda'yı takımda tutmaya yeteceğini düşünürken,
Arda bir anda Atletico Madrid'li oldu..
Şimdi burada yazının başına geri
dönelim, 'top toplayıcı çocuk Arda'. 2001 yılına ait 'o' ünlü fotoğrafı
bilmeyen azdır; Gol geldiği anda kale arkasında görev yapan top toplayıcı Arda
Turan. Hagi golü atıyor, Arda tam kalenin arkasında, bir elinde sahaya atmak
için hazır tuttuğu top, diğer elini havaya kaldırıp yumruk yapıyor.
Çok değerli bir kare o. O
fotoğrafta, idolü olan futbolcuyla aynı takımda forma giyen, her gün onu ve
diğer efsaneleri izleyerek, bir gün onların yerinde olma hayaliyle yanıp
tutuşan, hayranı olduğu - hem de sadece kendisinin değil dünyanın hayran olduğu
- topçu gol atınca sevinçten ağzı
kulaklarına varan, 12 yaşında bir çocuk var. İçinde sadece futbol aşkı varolan
bir çocuk, o aşk ki endüstrileşen oyunla beraber fanatikleşince uğrunda oynandığını
unuttuğumuz. O kadar net gösteriyor o kare bizlere, çünkü Arda o kadar doğal
bir kişilik, içi dışı bir.
Kupa ve şampiyonluk endeksli
başarı kavramımızı ve sabırsızlığımızı tekrar gözden geçirmemiz gerektiğini
anlatıyor o fotoğraf bize millet olarak. Sadece futbol oynamak amacında olan
bir insan, nasıl oldu da çok sevdiği, ölesiye bağlı olduğu Galatasaray'dan ve
ülkesinden ayrılmak zorunda kaldı? Bunları sorgulatıyor o kare. O yüzden
değerli aslında.
Atletico'ye transferi sonrası,
Türkiye'de kendisini her yerde takip eden, özel hayatına saygıda defalarca
kusur eden, provokatif haberler yapan bunaltıcı basından ve sorun yaşadığı
tribünlerin baskısından kurtulan Arda, Atletico Madrid'le beraber hayata dönüp
tekrar top oynamaya başladı. İlk sezonunda bambaşka bir lig, dil, kültür ve
futbol sistemine alışma ve yerlerde olan formunu tekrar üst düzeye çekmek için
uğraştı.
İkinci sezonunda, Diego
Simeone'yle beraber takımda yeni bir oyun yapısı gelişti ve Arda bunun en
önemli ögelerinden biri oldu. Forvet arkası dağıtıcı, oyun sıkıştığında oyunu
çözücü roldeki adam, bir 10 numara. Oynadığı oyunla da tekrar eski günlerine
ulaştığını ve hatta üstüne koyduğunu herkese gösterdi. Bir isyandı bu aynı
zamanda Türk basını ve Galatasaray tribünlerine, 'beni rahat bırakmadınız'
haykırışı. Sezon sonunda gelen Avrupa Ligi Şampiyonluğu, tabiri caizse güzel
bir kapak vazifesi gördü. Atletico Madrid'in kupayı kazanmasından sonra
taraftarlar Neptun Meydanı'nda kutlamalar yaptı. Ve daha ilginci, Türkiye'de
değeri bilinmeyen, bilemediğimiz Arda'ya Atletico taraftarları sahip çıktı,
meydanda ona tezahütlarda bulunup adını haykırdı.
Üçüncü sezonunda artık
'ustalık' dönemine geçmiş ve ligin en önemli oyuncularından biri haline gelmiş
gözüken, 3 sene önce Galatasaray'dan kulüp rekoru olan 12 milyon €'ya transfer
olmuşken şu an bonservisinin 40 milyonlar civarına ulaştığı İspanyol basınında
dillendirilen Arda ve Türk basınının tabiriyle 'Arda'lı Atletico', Şampiyonlar
Ligi'nde finale çıkmış durumda. Takımın bel kemiği, vazgeçilmezi rolünde, aynı
bir zamanlar Galatasaray'da olduğu gibi. Fakat başarı asla kalıcı değil,
Atletico'nun bu tarihindeki en güzel dönemi bir gün bitecek. Ve o gün
geldiğinde bunu Arda da biliyor ki, İspanya basınında 'sinema kapattı'
haberleri çıkmayacak.
YAZAR: Uğur Ece
Kocaeli Üniversitesi, Bilgisayar Mühendisliği
twitter.com/ugurrece
ugurece41@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder