Anadolu Efes
Basketbol Kulübü bu ülkede basketbolun tanıtılmasında, yayılmasında ve
sevilmesinde en büyük payı olan oluşumdur. 90’lı yılların başlarında yaptıkları
yatırımın meyvelerini Avrupa’nın ve NBA’in en çok saygı duyduğu basketbol
organizasyonlarından biri olarak topladılar yıllarca. Altyapılarından
yetiştirdikleri ya da çok genç yaşlarda Efes organizasyonu içinde bir şekilde
yer almış çoğu oyuncu belli bir saygınlık kazandığı gibi, belli kariyer
basamaklarını da tırmandılar. Forrest Gump filmi setinden hallice her şeyin
tesadüfler zinciri gibi yaşandığı bir ülkede o zamanların Efes Pilsen’i, çok
önemli bir sistem ve bu topraklarda nadir görülebilecek bir gelecek vaat
ediyordu.
Yukarıda övgü dolu sözlerle bu ülkede basketbolun önünü
açan, Almanya gibi her spor dalında önemli sporcuları ve başarıları olan bir
ülkenin bile 2 – 3 yıl önce daha yeni yeni yapmaya başladığı basketbol
devrimini 20 -25 yıl önce Efes, Türkiye gibi bir yerde de yapsa, gelinen nokta
tam şarkıda denildiği gibi “dönülmez akşamın ufku”.
Zincirin nerede koptuğu ve sonuçlarının ne olduğundan
bağımsız olarak irdelemek gereken ciddi bir sorunlar kümesi Anadolu Efes. Bunu
şöyle açıklarsak daha iyi anlaşılabilir. Aydın Örs’den sonra gelen bütün
koçların Efes’de karşı karşıya kaldığı bir gerçek var. Yıllardır bu gerçek tüm
basketbol yazarları ve televizyona çıkan tüm yorumcuların dillerine pelesenk olup,
sadece iki kelimeyle geçiştiriliyor. “Yapısal sorun”. “Efes’de yapısal sorun
var”. “Efes’de yapısal sorunlar var.” ve türevleri.
Nedir bu “Yapısal sorunlar” diye sorulduğunda ise genellikle saha içinden zıtlıklarla örnekler verilip konu dönüp dolaşıp “Sergen
ile Tümer birlikte oynar mı?” sığlığında tıkanıp kalıyor.
Gerçekten Efes’de ciddi olarak bahsedilen yapısal
sorunlar var. Hem de çok fazla. Bunların belki de en önemlisi Anadolu Efes
hiçbir yere ait olmayan bir kulüp. Her ne kadar bir Anadolu yakası insanı
olarak pek bilmediğim Merter ve Bahçelievler gibi yerleri mesken tutsalar da,
oraya da ait bir kulüp değil. Ait olamamaktan bahsetmişken, konunun Efes için
başka bir dezavantajı daha var. Tofaş, Banvit ve birçok müessese kulüplerinin
avantajına olan bir ile ya da ilçeye ait olma durumu, Efes’in İstanbul’da
olmasından dolayı hiçbir şekilde oluşmadı. Ait olmamanın acısını ise o bölgenin
insanlarının bu kulübü sahiplenmemesi olarak yıllardır Avrupa’nın ve Türkiye
liginin en az taraftar ortalamasına oynamalarından anlayabiliyoruz. Bu arada
Efes’in ikamet ettiği yerdeki insanların sosyo – ekonomik durumu ile Efes
organizasyonun hitap ettiği insanların sosyo – ekonomik durumu arasındaki derin
uçurum kendi içinde ayrı bir tutarsızlık. Ezcümle Efes’in var olan az bir
taraftarı her ne kadar iyi niyetle organizasyonlar düzenleyip, bu takıma destek
olsalar da boş salonlar bu takımın kaderi. En başarılı olduğu sezonlarda, üç
büyük takımının basketbolunun rezil sezonlarından dolayı Abdi İpekçi’yi
dolduran binler, kulüp takımları da bu pastadan pay isteyince ve Efes’in rezil
sezonları da arka arkaya gelince her gün kan kaybeden bir Efes tribünü ortaya
çıktı. Bu tabii ki, taraftar baskısı olmadan daha rahat bir kafa ile maça
çıkıyorlar gibi görünse de, “Bize her yer deplasman” durumu da kaçınılmaz oldu. Tabi iten
bir güç olmayınca Efes’e dışarıdan gelen bütün oyuncular kariyerlerinin en
düşük performans sergiledikleri dönemleri hep bu forma ile geçirdi. Birkaç
istisna maalesef bu konuda kaideyi bozamıyor.
Peki tüm suç bu kulübü sahiplenmeyen taraftar ve
taraftarı çok önemsemeyen Anadolu grubunun mu? Tabi ki hayır! Sorun bu kulübün
bir müessese yani ticarethane olduğu gerçeği. Yıllar önce belki birkaç yıl
sabredip Avrupa’nın en büyüklerinden biri olabilecek Tofaş’ın “Ben bu
maliyetleri kaldıramam” diyerek şampiyon oldukları sene kulübü amatöre
çekmeleri gibi her zaman bu tehlikenin varlığı söz konusu müessese
kulüplerinde. Zamanın Paşabahçe’si, Eczacıbaşı’sı şu an için aklıma gelen
onlarca örnekten ikisi. Yani Tuncay Özilhan’ın Anadolu Efes kulübü yüzünden
ticarethanesi bir lira zarar etse 10 güne bakar bu kulübün kapanması. Bu işin
Avrupa’da reklam gelirleri var, vergi avantajları var, falanı filanı derken bir
sürü teknik detayı var. Ülker grubu bile kulübü kapadıktan sonra üç büyük
takıma destek verip, sonra Fenerbahçe bünyesinde bütün desteğini topladı, o da
yetmedi Ataşehir’deki salonu yaptı. Bunları tabi ki babasının hayrına yapmadı.
Bu tarz işler müesseselere en başta reklam gibi ciddi avantajlar getiriyor. Efes
ise hala yalnız ve son zamanların favori deyişiyle “Değerli yalnız”. Bu da sanırım
onların en çok istediği şey.
Lafı gelmişken söylemem gerekirse, bir Beşiktaş taraftarı
olarak çoğu Beşiktaş taraftarının aksine ben yıllardır bir şehir efsanesi olmuş
olan “Beşiktaş Efes” birleşmesine karşı biriyim. Sebep olarak ise, Fenerbahçe
ile Ülker’in birleşmelerinde basına yansıyan sorunsuz görüntü, Beşiktaş ve Efes
kulüpleri için geçerli olmayacaktır. Büyük bir yetki karmaşası oluşabileceği
gibi Tuncay Özilhan’ın başında olduğu bir oluşum, Beşiktaş’ta bir iki başlılık
oluşturup kulübe daha çok zarar verebilir. İyi bir Beşiktaş’lı olduğu bilinen
Tuncay Özilhan’ın bu konumda pek ikinci adam olarak kalmak istemeyeceğini, bunu
kabul edip sadece basketbol operasyonlarının başında olsa bile, mevcut Beşiktaş
kulübü başkanı için kendisi her zaman bir tehlike ve tehdit olarak görülecektir.
Bundan da en büyük zararı Beşiktaş görecektir. Zaten basketbola bakış açıları
tamamen zıt iki oluşumun böyle bir evliliğe girmeleri erken bir boşanmayı
beraberinde getirip daha büyük tahribatlar bırakabilir. Böyle bir durumda bir Beşiktaş’lı
olarak Beşiktaş’ın daha büyük zarar göreceğini düşünenlerdenim.
Basketbola bakıştan bahsetmişken artık biraz da saha
içine girelim. Efes’in uzun yıllar bütün takımları en az 30’a bağladığı
dönemler artık çok gerilerde kaldı. Her ne kadar Türkiye Ligi şampiyonlukları
onlar için çok bir şey ifade etmeyip, en büyük önceliği Avrupa olan bu takım yıllardır
mücadele ettiği kupada 14 yıldır Final Four’a kalamıyorsa burada ciddi bir
sıkıntı var demektir.
Oynanan basketbol, her yıl harcanan bir dünya para ve her
sene Avrupa’nın en çok para harcayan takımların Final Four’unu kimseye
kaptırmayan Efes, bu seneye de farklı girmedi. Zamanında CV’lerinde Efes
görüldüğünde bir basamak üzeri takımlara ve liglere giden oyuncular son 5 yılda
birkaç istisna dışında çok alakasız ve alt seviye takımlarla anlaştılar. Hatta
Stanco Barac 28 yaşında ve şu an kulüpsüz.
David Blatt gittiğinden beri Efes her sene şuursuz bir
transfer politikasıyla hareket ediyor. Bu süre 7 yıl gibi gerçekten uzun bir
süreyi kapsıyor. Gelen yerli ve yabancı bütün koçlar ve oyuncular her anlamda
bir dip görüyorlar bu forma altında. Bu neden böyledir, niye böyledir diye
düşünmeyi bırakıp bu seneye bakarsak, değişen hiçbir şeyin olmadığı çok belli.
Geçen senenin ortasında Oktay Mahmudi’den boşalan göreve
iki yıldır boşta olan İvkoviç düşünüldü. İvkoviç sene ortasında takım
almayacağını, hasar tespit yapması için Yunanistan’ın gelecek vadeden
coachlarından Vaggelis
Aggelou’yu yerine gönderdi. Efes
için geçen sezon zaten o gün bitti. Yeni sezon geçen Perşembe günü oynanan
Kazan maçıyla başladı. Arada her ne kadar Türkiye Kupası ve Gaziantep maçları
olsa da, Efes için bu maçlar Euroleague hazırlığı için oynandığını herkes
biliyordu.
Aggelou ve İvkoviç yarım sezondan fazla bir süre bu
takımın derdi, tasası, sorunu her neyse tespit etmek için uğraştı gibi görünse
de ortaya çıkan görüntü ne yazık ki kaybolan diğer senelere +1 yazılacağı
yönünde.
Pota altından başlarsak, güzel bir temizlik yapıldı. Malum
Semih ve Barac hamlesi zaten beklenirken bir de sepete Savanoviç’in eklenmesi
biraz daha umut oldu, hiç olmazsa Avrupa’da Efes’i destekleyenlere. Fakat Sariç
gibi her gün ne vereceği meçhul ve ne kadar gelişeceği muamma bir oyuncuya bel
bağlamak bana mantıklı gelmedi. Ayrıca anlatılan kadarıyla Gaziantep maçı
kadrosuna alınmayınca arıza çıkarması zamanla sıkıntı yaratabilir. Lasme her ne
kadar doğru bir hamle olsa da, savunmada atletik özellikleri dışında hücumda
bir tehdidi olmayan bir oyuncu. Ama Lasme hiçbir zaman gereksiz bir oyuncu
olmadığı gibi takımda her zaman olmasını isteyeceğiniz tarzda bir oyuncu. Hatta
31 yaşında, kariyerinde pek bir hedefi kalmamış, oynadığı oyun kurucuya çok
bağımlı ve Efes ile geçireceği en fazla iki yıldan sonra belki de basketbolu
bırakacak Krstiç ile yola başlamak ise sezon içinde Lasme’nin sırtına daha
büyük yükler bindirebilir. Geçen seneden kalan Bjelica her ne kadar dış şutu ve
iyi niyetli olsa da 4 numara savunmasındaki defoları çok belli. Deniz Kılıçlı
zaten bu seviyenin oyuncusu değil. Emircan’a ise bu sene sıra geleceğini pek düşünmüyorum.
Perperoglou ve Matt Janning forvet
olarak Avrupa basketbolunu da iyi bilmelerinden dolayı çok doğru
tercihler. Hatta Perperoglou her şeyden önce kazanmayı bilen bir oyuncu. Efes’in
son yıllardaki en büyük ihtiyacını karşılar ve bence senenin en mantıklı ve
bilinçli hamlesi. Matt Janning ise İtalya gibi düşük seviyeli ama sert bir
ligde Avrupa basketbolunu öğrenmiş iyi bir görev adamı. Belki yerine geldiği
Kostas Vasileiadis kalsaydı çok daha iyi olabilirdi ama olmadı. Arkalarındaki Cedi ve Furkan ise İvkoviç tedrisatında gerçekten
önemli oyunculara dönüşecek kapasitede oyuncular. Hele Furkan’ı izlerken en son
ne zaman bir oyuncuyu izlerken bu kadar heyecanlandığımı hatırlamıyorum. Sakat
Birkan ise dönse bile bu seneyi 5. opsiyon olarak geçirme ihtimali var.
Oyun kurucuya gelirsek işte o bölge tam zurnanın zırt
dediği nokta. Peşinen söyleyelim. Bu sene Draper ve Doğuş ile geçmez. Hatta
Doğuş’dan oyun kurucu olmaz. Keşke bu sene Planiniç kalsaydı diyen çok kişi var
ki çok haklılar. Thomas Huertel ismi bir ara ortada dönse de, bu seneyi
Laboral’de geçireceğini açıkladı. Kesinlikle bu pozisyona bir oyun kurucu
alınması gerekiyor ve Avrupa’da Efes bu oyun kurucu rotasyonuyla Top 16 için
ciddi bir takım gibi durmuyor.
Efes, Kazan’ı sezonun bu ilk Euroleague maçında yendi.
Euroleague’in bu en rahat grubunda sezon için bu maçı kazanmak hiçbir gösterge
olmayacak. Çünkü gerçek sezonun Top 16’da başladığını ve Efes’in geçen akşam
çok zorlanmadığı Kazan’ın işte o zaman nasıl başka bir takıma evrileceğini hep
beraber daha iyi göreceğiz. Olympiakos’un İvkoviç gittikten sonraki sezon
başında Efes’den Abdi İpekçi’de nasıl fark yiyip o sene tekrar Euroleague’i
kazandığını hatırlamakta fayda var.
Efes sezonun ortalarına doğru her sezon yaşadığı o
“değerli yalnızlık” sendromunu bu sene nasıl atlatır bilmem. Onu atlatırsa zaten
görüp görebileceği en büyük başarı son 8 olacaktır. Final Four bu Efes
yapısıyla yine hayal ve parasını verip Phil Jackson’ı bile getirseniz bu
hedefsiz düzende başarılı olması çok zor. Düşünün ki, yıllar önce 5 yıllık
sözleşme imzalanan Miroslav Raduljica hiç Efes forması giymeden geçen seneyi
NBA’de geçirirken, Efes Semih ve Barac’a mahkum kalmıştı. O Barac için feda
edilen Estaban Batista geçen sene Karşıyaka’da yaptıklarından sonra Lasme’nin
yerine Panathinaikos’a gitti bu sene. Jordan Farmer gibi bir oyuncunun burada
kazandığının üçte birine NBA’ye kaçması (Sonuçta Amerikalı yine de
anlayabiliyorum) ya da Sasha Vujacic’in geçen seneyi boş geçirip şimdi
İtalya’da sponsorlarından adı bile anlaşılamayan bir takımda oynaması Efes
basketbol markasına günden güne zarar veren şeyler. Kulübün her sene kazık
paralara Yugoslav menajerlerin çiftliğine dönmesi ve Avrupa’da kazanacaklarının
3 – 4 katına Efes’e Yugoslav oyuncularla sözleşme imzalatmaları, belki de
yukarıda saymadığımız yapısal sorunların en dile getirilemeyen ve en çok can
yakanı.
Yıllar evvel Efes’in altyapısına girip, Türkiye’de oyuncu
tarayan bir ortaokul arkadaşım vardı. 10 yıl kadar önce bir gün kendisiyle
otobüs durağında karşılaştık. İkimiz de zamanında sınıfta basketbol delisi
olduğumuz ve o dönem yakın arkadaş olduğumuzdan birbirimizi hatırlamamız zor
olmadı. O gün hoş beş muhabbetten sonra konu onun işine geldi ve biraz işin
tekniğinden konuşmaya başladık. O gün “Efes için en önemli şey savunma. Her
şeyin başı savunma. Ona göre yapılıyor bizde bütün o taramalar ve araştırmalar”
diyerek bana bir basketbol felsefesinden bahsetmişti. Fakat yıllardır o
felsefenin çok zıttı işler dönüyor göründüğü kadarıyla A takımda. Gelen
hocalar, giden oyuncular, bu ülkenin harcanan tonlarca parası…
Bir umut! Furkan Korkmaz var bu sene gelişimini takip
edeceğimiz, biraz da Cedi. Gerisinin koç İvkoviç de dahil, herhangi bir
yaraya merhem olabileceklerini düşünmüyorum. Yarım sezon bu takımı tahlil edip
oyun kurucu pozisyonunu Doğuş ve Draper ile idare etmeye çalışırsan kimse senin
burada yeni bir sayfa açıp, Efes’in makus talihini değiştireceğine inanmaz.
“Böyle gelmiş, böyle gider” derler ya! 10 yıl sonra da Efes için aynı şeyleri
konuşuyor olabiliriz. Tabi bir gün Tuncay Özilhan’ın kafası bozulup kulübü kapatmazsa.
Özgür Şevki Öztürk
ozgursevkiozturk@gmail.com