Son Yazılar

Futbol

basketbol

diğer sporlar

19 Kasım 2014 Çarşamba

Üstün Yetenekle Başa Çıkmak


Futbol değişti en klişe lafı oldu günümüz futbolunun. Endüstriyel soyadını futboldan fazla telaffuz eder olduk. Hep dış faktörlere tıkılıp kalıverdik, futbol dışı olanlara. Asıl önemli olan da değişti tabii. Saha içi standartları, algıları da alt üst oldu zamanla. Güzelim futbolda nihayet genç anlayışı da değişti artık. 25 yaşındaki genç Semih Şentürkler tarihe karışırken, 20 yaşındaki genç Hakan Çalhanoğlugiller ele geçirdi futbolu. Eskidendi o 23 yaşındaki genç yıldız nidaları.



23 yaş yeterince pişmiş görülüyor, dört bir yanda güzel servis edildiği için de kimseye absürd gelmiyor bu durum haliyle. Kafa olarak olmasalar da fizik olarak pişiriliyor tabii bu yetenekler. 20-21 yaşındaki yıldız adayları alt lig takımlarına kiralanıp kafa olarak da olgunlaşmaları hedeflenirdi. Şimdilerde ise gençler takımın eli ayağı oluveriyor, veteran olarak adlandırılan futbolun gediklileri ise futbol hayatının jübileye yakın kesimlerini bu gençlere adıyor. Günümüzün asıl olayı güncel olmaktan çıkıp potansiyele döndüğü için bütün bu çaba. Döner sermaye de potansiyelin peşine düşmeye başladı artık. Cristiano Ronaldo ve Falcao gibiler için ne kadar para saçılıyorsa artık potansiyelli genç için de bir o kadar harcanıyor. Hazard henüz hiçbir şey kanıtlamamışken 30 milyonlara Chelsea yolunu tutarken, 1993 doğumlu Lukaku tarihi boyunca bu tür toplara hiç girmemiş olan Everton’a 35 milyon bedelle transfer olup rekorlar kırarken bu işlerdeki asıl strateji “bulduğun yeteneği kaçırma”  idi tabii ki. Uzun uğraşlar sonucu Dünya’nın bir diğer ucunda keşfettiğiniz oyuncuyu getirseniz dahi oynatamadıktan sonra hiçbir anlamı kalmıyor o scout ekibinin. Henüz mental olarak kocaman bir soru işareti barındıran bu çocuklara çuval dolusu para ödenip yeterince baskı uygulanmıyormuş gibi bir de bu çocuklardan lig şampiyonlukları, Avrupa şampiyonlukları getirmeleri bekleniyor. Madem hedefler bunlar, hedef doğrultusunda takıma bir de lider gerekiyor. Fark yaratacak unsur parayı basıp yıldız adayı getirmek değil, oynatabilerek potansiyeline ulaştırmak. Chelsea ve Everton gibi sağlam temellere dayanan kulüpler bunu rahatlıkla başarıyor çünkü bu işin kitabını yazmış adamlar tarafından yönetiliyorlar. Yönetenden kastım başkan değil tabii, bizim pek aşina olmadığımız bir futbol bileşeni; menajer kültürü.

Üstün yeteneklerle baş etmek önemli meziyettir lider için. Yılda milyonlar kazanan adamlara hükmetmek her yiğidin harcı değil. Oyuncu gibi milyonlar kazanmak bu sorunu ortadan kaldıramaz tabii, ne yazık ki böyle de bir algı var.
Liderlik vasfı çözümü sunar menajere. Stili vardır yetenekli menajerin. Farkı vardır ki oyuncudan malzemeciye kadar kulübün taşına toprağına hissettirsin. Başkan, yönetici gibi iş adamları değil gerçek futbol adamlarıdır menajerler. Uzunca giriştiğim bu üstün yetenekle baş edememe sorununun püf noktaları vardır liderler için. Yeteneği sahiplenir, o aday için yılların birikiminden vazgeçip fedakarlık yapabilir ve beklentiyi kucaklayabilir. Asla bunun kolay olduğunu savunmuyorum. Zorluğundandır ki Manchester United’ın bir tane Alex Ferguson’u, Liverpool’un bir tane Bob Paisley’i, Arsenal’in bir tane Arsene Wenger’i var. Liste daha uzamadan bölünelim.

Yeteneği Sahiplenmek


Oyuncular kulüple özdeşleşebilir ama kulübün önüne geçemezler. Bu felsefeyi sağlayan adamdır menajer. Sir Alex Ferguson Manchester United’daki krallık döneminde bunu en somut haliyle hissettirmeyi başarmıştı herkese. Yıldızına sahip çıkmış ama yeri geldiğinde de önündeki en büyük engel olmuştu. Eric Cantona Manchester ile özdeşleşmiş, yeniden doğmuş ama asla kulübün önüne geçmemişti. Beckham ve Ronaldo gibiler mi? Onlar spot ışıklarını seçmişlerdi.

Futbol dünyasında üst düzey yetenekleri en başarılı şekilde yoğuran menajerlerden biri olan Jose Mourinho yeteneği sahiplenme konusunda şunları söylüyor: “En zoru yetenek sahibi olmamak! Özel yeteneklerle çalışmayı asla ve asla dert etmedim. Böyle bir sorunum hiç olmadı. İnsanların bunu sorun olarak görmesini ya da elinde bir tane varken iki, üç ya da dört tane olamayacağını söylemesini hiçbir zaman anlamadım. Ben 11 özel yetenek istiyorum! Belki şanslıydım belki değildim ama bunu asla sorun etmedim.”
Mourinho şanslıydı veya değildi ama başarmıştı. Sesi yeni yeni kalınlaşan çocuklarla Porto’yu, şimdilere kıyasla doymuş ve veteran bir İnter’i, yıldızlar topluluğuyla da finalde başında olmasa da Chelsea’yi Şampiyonlar Ligi şampiyonu yapmıştı. Uzun lafın kısası başarmıştı her seferinde. Eleştirilerin odağındaydı her zaman fakat kimse onun oyuncularıyla yaşadıklarını değil, deyim yerindeyse futbolu bizlerden farklı görüşünü eleştiriyordu.  

Üstün yetenek girişimin ilk adımıdır. Girişimci lider için ise tam bir fırsat. Hoş karşılar onu ve göğsünü gere gere söyler: “ İyi sonuçlar alıyorum çünkü iyi oyuncularım var!” Bu Mancini’nin Manchester City’deki zafer dolu dönemine ait sahiplenmenin sözü. Birçoğunuz ‘o kadar para bende olsa ben de şampiyon yaparım’ diyebilir fakat o kadar çok para olduğu için yapılamıyor ya zaten.

Alçakgönüllülük ve Değişime Açık Olmak

Oyuncular kulübün önüne geçmemeli felsefesi menajerler için de aynı önemi arz ediyor. Zaferlerden sonra spot ışıklarına menajerin çıkması da uzun vadede sorun teşkil eder. Elindeki üstün yeteneği kaybetme riskini artırır ister istemez. Siz bir takımda Fatih Terim iseniz, 61 yaşına da gelseniz kanıtlamaya çalıştığınız bazı değerler var ise eninde sonunda kaybedersiniz bu yüzden.
Alex De Souza yakından tanıdığımız hüzünlü örneklerden birisi. Bazı planlar, zaferler ve mucizeler Alex’ti fakat inkar edildi zamanında. Üstün yeteneğin üzerine kurulmuş bir sistemi inkar eden liderin yenilgiyi yaşaması kaçınılmaz oldu. Bizim için büyük, Dünya için küçük bir başarımdan sonra ise menajer geçti kameraların karşısına, herkes de ‘işte inanılmaz sistem’ diyebildi ya hatırladıkça ciğerim sızlar.

Bu konuyu elle tutulur hale getirecek örnek ise dönemin Queens Park Rangers menajeri Neil Warnock ile takımın yıldızı Adel Taarabt’ın hikayesi. Neil Warnock 62 yaşına kadar hiç üstün bir yetenekle çalışmamış bir menajer. İlk kez Adel Taarabt’la tanışmıştı dahi bir oyuncu olarak. Taarabt ise Fas’ın geleceği parlak oyuncularının başında geliyordu o dönemde. Topu çok seven, iki çalım atmadan topu ayağından çıkarmayı sevmeyen cinstendi. Neil Warnock QPR’daki ilk antrenmanına çıktığında önceki teknik ekipten kalan isimler Warnock’a oyuncuları tanıtırlar. Bilgilendirme yapılırken de Taarabt’ı göstererek “Bu Faslı oyuncu senin sonun olacak, önceki iki menajer onu çalışmadığı için yedek bıraktı ve sen de aynısını yapacaksın aksi takdirde yine kovulacaksın. O bu takım için lüks” derler. QPR da o sıralar 12. sırada ve küme düşmeme mücadelesini ufak ufak hisseder. Takımın gol atma konusunda beceri sıkıntıları olduğu için geleceği pek de parlak görülmez. Taarabt bu iş için biçilmiş kaftan olmasına rağmen bir türlü fayda sağlanamaz ondan. Kaybedilen bir maçın ardından Warnock onu kenara çeker ve aralarında şöyle bir diyalog geçer:

Warnock: Seni oynatırsam beni kovduracak mısın? Tam bir baş belası olduğunu söylüyorlar.

Taarabt: Hayır, doğru değil.

Warnock: Ama antrenman yapmadığın için her menajerin kovulmasına sebep olduğunu söylediler.

Taarabt: Elbette antrenman yaparım!

Warnock: Tamam, seni sezon sonuna kadar her maçta oynatacağım. Kötü oynasan bile bir sonraki maçta sahada olacaksın. Sen benim tacımdaki minik mücevher olacaksın.

Taarabt: Hayır, anlamadım.

Warnock: Seni futbolcu yapacağım.

Taarabt: Neden?

Warnock: Çünkü sana inanıyorum ve iyi olacaksın.

Bu diyalogdan sonra Warnock gerçekten dediğini yaptı ve sezon sonuna kadar Taarabt’ı her maçta oynattı. Onu kazanmak için kendi 20 yıllık menajerlik birikiminden, felsefesinden vazgeçti. Takımını Taarabt’ın üstün yetenekleri konusunda ikna etmeyi başardı ve ona bir güven ortamı sağladı. Tabii Taarabt’ın takıma zarar veren yönlerini ortadan kaldırmalıydı ondan verim alabilmek için. Takıma ilginç bir kural getirdi ve uygulamayan oyunculara cezalar verdi. O kural da Taarabt’a kendi yarı sahalarında pas atmamaktı. Her şey çok basitti aslında. Taarabt iki çalım atmadan topu ayağından çıkarmayanlardandı ve bunu takım hücuma kalkarken de yapıyordu. Rakibine bacak arası atmaya çalışırken başlamadan bitirdiği hücumlardan, sebep olduğu kontralardan, yedirdiği gollerden kurtulmak için ona kendi yarı sahalarında pas atmayı yasakladı. Taarabt’tan tam verim alarak başarıyı sağladı. Taarabt’a Yılın Futbolcusu ödülünü, takımına da Premier Lig’e yükselme keyfini yaşattı Neil Warnock. Taarabt’ı söylediği gibi tacındaki minik mücevheri yapmayı başardı. Takımı için kendinden ödün verdi, tüm felsefesini üstün yeteneği için değiştirdi ve bunu söylemekten asla çekinmedi. Başarı anında ise spot ışıklarının önüne üstün yeteneği Taarabt’ı geçirerek alçakgönüllü olmayı da bildi. Kısaca iyi bir lider nasıl olmalı sorusuna yanıt oldu.

Beklentiyi Karşılamak

Drogba, Roberto Carlos, Guti gibi futbolun ciğerine işlemiş oyuncuları izlemek için mabedleri doldurdu zamanında Türk seyirciler. Yıldızlar sahaya adımını atar, alkış kıyamet kopardı. Yıldızların ilk günlerinde o sahaya çıkmaları bile yeterdi taraftar için. Ya sonra? Aradan vakit geçtikçe sarhoşluk geçmeye başlar, bekleneni veremeyen yetenek homurdanmalara yol açar. Tuzu yerinde olan çorbanın içine tansiyon hastalarına tepki olarak giriverir bir anda. Liderin en kritik görevlerinden biri de bu soruna yerinde müdahale etmek. Bu yıldızlar için ideal ortamı hazırlamalı, beklentiyi dengeli şekilde aktarmalı. Kötü performansın düşük beklentiden mi aşırı beklentiden mi kaynaklandığını analiz edip oyunculara özel bir şeye sahip olduklarını yeniden hatırlatmalı. Aksi takdirde doymuşluğa yenik düşer elindeki üstün yetenek.
Kazanım odaklı düşünce yapısında elindeki üstün yeteneği kaybetmemek uğruna imtiyaz tanımak da bireyden önce takımı bitiren etkenlerden birisi. Saydıklarım gibi cinsten yetenekler ise bu oyuncular zaten aldıkları maaş ile dengeleri alt üst ederek giriş yapıyorlar takıma. Sergen’in Beşiktaş’taki son yıllarını hatırlarsanız ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız. Bir anda seviye düşüvermişti Beşiktaş, belki de Sergen’in yaşadığı ve yaşattığı yetenek sarhoşluğundan dolayı doğan dengesizlik sonucu.

Menajerlik yeteneğini sadece saha içindeki taktikler bütününü oluşturmayla sınırlamanın Avrupa genelinde bize has bir görüş olduğunu düşünüyorum. Başkanlar, yöneticiler, idari kesimler menajerin yetki alanına o kadar çok müdahale ediyor ki menajere sadece teknik, taktik kalıyor. (Onların bile kalmadığı kulüplerimiz var ki vay hallerine.) Kötü gidişin de sorumlusu teknik ve taktik oluyor tabii. Tam yetkiye sahip olabilse bizim ülkemizin takım liderleri belki de tarzı ve yapmak istedikleriyle istikrar sağlayabilecekler. En azından denemeye değer diye düşünüyorum sevgili okur, bir ülke sporunda daha fazla ne kaybedilebilir ki?



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Murat Çolakoğlu Murat Çolakoğlu