Son Yazılar

Futbol

basketbol

diğer sporlar

20 Ekim 2014 Pazartesi

Anadolu Efes , Değerli Yalnızlık




Anadolu Efes Basketbol Kulübü bu ülkede basketbolun tanıtılmasında, yayılmasında ve sevilmesinde en büyük payı olan oluşumdur. 90’lı yılların başlarında yaptıkları yatırımın meyvelerini Avrupa’nın ve NBA’in en çok saygı duyduğu basketbol organizasyonlarından biri olarak topladılar yıllarca. Altyapılarından yetiştirdikleri ya da çok genç yaşlarda Efes organizasyonu içinde bir şekilde yer almış çoğu oyuncu belli bir saygınlık kazandığı gibi, belli kariyer basamaklarını da tırmandılar. Forrest Gump filmi setinden hallice her şeyin tesadüfler zinciri gibi yaşandığı bir ülkede o zamanların Efes Pilsen’i, çok önemli bir sistem ve bu topraklarda nadir görülebilecek bir gelecek vaat ediyordu.
            
Yukarıda övgü dolu sözlerle bu ülkede basketbolun önünü açan, Almanya gibi her spor dalında önemli sporcuları ve başarıları olan bir ülkenin bile 2 – 3 yıl önce daha yeni yeni yapmaya başladığı basketbol devrimini 20 -25 yıl önce Efes, Türkiye gibi bir yerde de yapsa, gelinen nokta tam şarkıda denildiği gibi “dönülmez akşamın ufku”.
            
Zincirin nerede koptuğu ve sonuçlarının ne olduğundan bağımsız olarak irdelemek gereken ciddi bir sorunlar kümesi Anadolu Efes. Bunu şöyle açıklarsak daha iyi anlaşılabilir. Aydın Örs’den sonra gelen bütün koçların Efes’de karşı karşıya kaldığı bir gerçek var. Yıllardır bu gerçek tüm basketbol yazarları ve televizyona çıkan tüm yorumcuların dillerine pelesenk olup, sadece iki kelimeyle geçiştiriliyor. “Yapısal sorun”. “Efes’de yapısal sorun var”. “Efes’de yapısal sorunlar var.” ve türevleri.
            
Nedir bu “Yapısal sorunlar” diye sorulduğunda ise genellikle saha içinden zıtlıklarla örnekler verilip konu dönüp dolaşıp “Sergen ile Tümer birlikte oynar mı?” sığlığında tıkanıp kalıyor.
            
Gerçekten Efes’de ciddi olarak bahsedilen yapısal sorunlar var. Hem de çok fazla. Bunların belki de en önemlisi Anadolu Efes hiçbir yere ait olmayan bir kulüp. Her ne kadar bir Anadolu yakası insanı olarak pek bilmediğim Merter ve Bahçelievler gibi yerleri mesken tutsalar da, oraya da ait bir kulüp değil. Ait olamamaktan bahsetmişken, konunun Efes için başka bir dezavantajı daha var. Tofaş, Banvit ve birçok müessese kulüplerinin avantajına olan bir ile ya da ilçeye ait olma durumu, Efes’in İstanbul’da olmasından dolayı hiçbir şekilde oluşmadı. Ait olmamanın acısını ise o bölgenin insanlarının bu kulübü sahiplenmemesi olarak yıllardır Avrupa’nın ve Türkiye liginin en az taraftar ortalamasına oynamalarından anlayabiliyoruz. Bu arada Efes’in ikamet ettiği yerdeki insanların sosyo – ekonomik durumu ile Efes organizasyonun hitap ettiği insanların sosyo – ekonomik durumu arasındaki derin uçurum kendi içinde ayrı bir tutarsızlık. Ezcümle Efes’in var olan az bir taraftarı her ne kadar iyi niyetle organizasyonlar düzenleyip, bu takıma destek olsalar da boş salonlar bu takımın kaderi. En başarılı olduğu sezonlarda, üç büyük takımının basketbolunun rezil sezonlarından dolayı Abdi İpekçi’yi dolduran binler, kulüp takımları da bu pastadan pay isteyince ve Efes’in rezil sezonları da arka arkaya gelince her gün kan kaybeden bir Efes tribünü ortaya çıktı. Bu tabii ki, taraftar baskısı olmadan daha rahat bir kafa ile maça çıkıyorlar gibi görünse de, “Bize her yer deplasman” durumu da kaçınılmaz oldu. Tabi iten bir güç olmayınca Efes’e dışarıdan gelen bütün oyuncular kariyerlerinin en düşük performans sergiledikleri dönemleri hep bu forma ile geçirdi. Birkaç istisna maalesef bu konuda kaideyi bozamıyor.
           
Peki tüm suç bu kulübü sahiplenmeyen taraftar ve taraftarı çok önemsemeyen Anadolu grubunun mu? Tabi ki hayır! Sorun bu kulübün bir müessese yani ticarethane olduğu gerçeği. Yıllar önce belki birkaç yıl sabredip Avrupa’nın en büyüklerinden biri olabilecek Tofaş’ın “Ben bu maliyetleri kaldıramam” diyerek şampiyon oldukları sene kulübü amatöre çekmeleri gibi her zaman bu tehlikenin varlığı söz konusu müessese kulüplerinde. Zamanın Paşabahçe’si, Eczacıbaşı’sı şu an için aklıma gelen onlarca örnekten ikisi. Yani Tuncay Özilhan’ın Anadolu Efes kulübü yüzünden ticarethanesi bir lira zarar etse 10 güne bakar bu kulübün kapanması. Bu işin Avrupa’da reklam gelirleri var, vergi avantajları var, falanı filanı derken bir sürü teknik detayı var. Ülker grubu bile kulübü kapadıktan sonra üç büyük takıma destek verip, sonra Fenerbahçe bünyesinde bütün desteğini topladı, o da yetmedi Ataşehir’deki salonu yaptı. Bunları tabi ki babasının hayrına yapmadı. Bu tarz işler müesseselere en başta reklam gibi ciddi avantajlar getiriyor. Efes ise hala yalnız ve son zamanların favori deyişiyle “Değerli yalnız”. Bu da sanırım onların en çok istediği şey.
           
Lafı gelmişken söylemem gerekirse, bir Beşiktaş taraftarı olarak çoğu Beşiktaş taraftarının aksine ben yıllardır bir şehir efsanesi olmuş olan “Beşiktaş Efes” birleşmesine karşı biriyim. Sebep olarak ise, Fenerbahçe ile Ülker’in birleşmelerinde basına yansıyan sorunsuz görüntü, Beşiktaş ve Efes kulüpleri için geçerli olmayacaktır. Büyük bir yetki karmaşası oluşabileceği gibi Tuncay Özilhan’ın başında olduğu bir oluşum, Beşiktaş’ta bir iki başlılık oluşturup kulübe daha çok zarar verebilir. İyi bir Beşiktaş’lı olduğu bilinen Tuncay Özilhan’ın bu konumda pek ikinci adam olarak kalmak istemeyeceğini, bunu kabul edip sadece basketbol operasyonlarının başında olsa bile, mevcut Beşiktaş kulübü başkanı için kendisi her zaman bir tehlike ve tehdit olarak görülecektir. Bundan da en büyük zararı Beşiktaş görecektir. Zaten basketbola bakış açıları tamamen zıt iki oluşumun böyle bir evliliğe girmeleri erken bir boşanmayı beraberinde getirip daha büyük tahribatlar bırakabilir. Böyle bir durumda bir Beşiktaş’lı olarak Beşiktaş’ın daha büyük zarar göreceğini düşünenlerdenim.
            
Basketbola bakıştan bahsetmişken artık biraz da saha içine girelim. Efes’in uzun yıllar bütün takımları en az 30’a bağladığı dönemler artık çok gerilerde kaldı. Her ne kadar Türkiye Ligi şampiyonlukları onlar için çok bir şey ifade etmeyip, en büyük önceliği Avrupa olan bu takım yıllardır mücadele ettiği kupada 14 yıldır Final Four’a kalamıyorsa burada ciddi bir sıkıntı var demektir.
            
Oynanan basketbol, her yıl harcanan bir dünya para ve her sene Avrupa’nın en çok para harcayan takımların Final Four’unu kimseye kaptırmayan Efes, bu seneye de farklı girmedi. Zamanında CV’lerinde Efes görüldüğünde bir basamak üzeri takımlara ve liglere giden oyuncular son 5 yılda birkaç istisna dışında çok alakasız ve alt seviye takımlarla anlaştılar. Hatta Stanco Barac 28 yaşında ve şu an kulüpsüz.
            
David Blatt gittiğinden beri Efes her sene şuursuz bir transfer politikasıyla hareket ediyor. Bu süre 7 yıl gibi gerçekten uzun bir süreyi kapsıyor. Gelen yerli ve yabancı bütün koçlar ve oyuncular her anlamda bir dip görüyorlar bu forma altında. Bu neden böyledir, niye böyledir diye düşünmeyi bırakıp bu seneye bakarsak, değişen hiçbir şeyin olmadığı çok belli.
            
Geçen senenin ortasında Oktay Mahmudi’den boşalan göreve iki yıldır boşta olan İvkoviç düşünüldü. İvkoviç sene ortasında takım almayacağını, hasar tespit yapması için Yunanistan’ın gelecek vadeden coachlarından Vaggelis Aggelou’yu yerine gönderdi. Efes için geçen sezon zaten o gün bitti. Yeni sezon geçen Perşembe günü oynanan Kazan maçıyla başladı. Arada her ne kadar Türkiye Kupası ve Gaziantep maçları olsa da, Efes için bu maçlar Euroleague hazırlığı için oynandığını herkes biliyordu.
            
Aggelou ve İvkoviç yarım sezondan fazla bir süre bu takımın derdi, tasası, sorunu her neyse tespit etmek için uğraştı gibi görünse de ortaya çıkan görüntü ne yazık ki kaybolan diğer senelere +1 yazılacağı yönünde.
            
Pota altından başlarsak, güzel bir temizlik yapıldı. Malum Semih ve Barac hamlesi zaten beklenirken bir de sepete Savanoviç’in eklenmesi biraz daha umut oldu, hiç olmazsa Avrupa’da Efes’i destekleyenlere. Fakat Sariç gibi her gün ne vereceği meçhul ve ne kadar gelişeceği muamma bir oyuncuya bel bağlamak bana mantıklı gelmedi. Ayrıca anlatılan kadarıyla Gaziantep maçı kadrosuna alınmayınca arıza çıkarması zamanla sıkıntı yaratabilir. Lasme her ne kadar doğru bir hamle olsa da, savunmada atletik özellikleri dışında hücumda bir tehdidi olmayan bir oyuncu. Ama Lasme hiçbir zaman gereksiz bir oyuncu olmadığı gibi takımda her zaman olmasını isteyeceğiniz tarzda bir oyuncu. Hatta 31 yaşında, kariyerinde pek bir hedefi kalmamış, oynadığı oyun kurucuya çok bağımlı ve Efes ile geçireceği en fazla iki yıldan sonra belki de basketbolu bırakacak Krstiç ile yola başlamak ise sezon içinde Lasme’nin sırtına daha büyük yükler bindirebilir. Geçen seneden kalan Bjelica her ne kadar dış şutu ve iyi niyetli olsa da 4 numara savunmasındaki defoları çok belli. Deniz Kılıçlı zaten bu seviyenin oyuncusu değil. Emircan’a ise bu sene sıra geleceğini pek düşünmüyorum.
           
Perperoglou ve Matt Janning forvet olarak Avrupa basketbolunu da iyi bilmelerinden dolayı çok doğru tercihler. Hatta Perperoglou her şeyden önce kazanmayı bilen bir oyuncu. Efes’in son yıllardaki en büyük ihtiyacını karşılar ve bence senenin en mantıklı ve bilinçli hamlesi. Matt Janning ise İtalya gibi düşük seviyeli ama sert bir ligde Avrupa basketbolunu öğrenmiş iyi bir görev adamı. Belki yerine geldiği Kostas Vasileiadis kalsaydı çok daha iyi olabilirdi ama olmadı. Arkalarındaki Cedi ve Furkan ise İvkoviç tedrisatında gerçekten önemli oyunculara dönüşecek kapasitede oyuncular. Hele Furkan’ı izlerken en son ne zaman bir oyuncuyu izlerken bu kadar heyecanlandığımı hatırlamıyorum. Sakat Birkan ise dönse bile bu seneyi 5. opsiyon olarak geçirme ihtimali var.
            
Oyun kurucuya gelirsek işte o bölge tam zurnanın zırt dediği nokta. Peşinen söyleyelim. Bu sene Draper ve Doğuş ile geçmez. Hatta Doğuş’dan oyun kurucu olmaz. Keşke bu sene Planiniç kalsaydı diyen çok kişi var ki çok haklılar. Thomas Huertel ismi bir ara ortada dönse de, bu seneyi Laboral’de geçireceğini açıkladı. Kesinlikle bu pozisyona bir oyun kurucu alınması gerekiyor ve Avrupa’da Efes bu oyun kurucu rotasyonuyla Top 16 için ciddi bir takım gibi durmuyor.
           
Efes, Kazan’ı sezonun bu ilk Euroleague maçında yendi. Euroleague’in bu en rahat grubunda sezon için bu maçı kazanmak hiçbir gösterge olmayacak. Çünkü gerçek sezonun Top 16’da başladığını ve Efes’in geçen akşam çok zorlanmadığı Kazan’ın işte o zaman nasıl başka bir takıma evrileceğini hep beraber daha iyi göreceğiz. Olympiakos’un İvkoviç gittikten sonraki sezon başında Efes’den Abdi İpekçi’de nasıl fark yiyip o sene tekrar Euroleague’i kazandığını hatırlamakta fayda var.
            
Efes sezonun ortalarına doğru her sezon yaşadığı o “değerli yalnızlık” sendromunu bu sene nasıl atlatır bilmem. Onu atlatırsa zaten görüp görebileceği en büyük başarı son 8 olacaktır. Final Four bu Efes yapısıyla yine hayal ve parasını verip Phil Jackson’ı bile getirseniz bu hedefsiz düzende başarılı olması çok zor. Düşünün ki, yıllar önce 5 yıllık sözleşme imzalanan Miroslav Raduljica hiç Efes forması giymeden geçen seneyi NBA’de geçirirken, Efes Semih ve Barac’a mahkum kalmıştı. O Barac için feda edilen Estaban Batista geçen sene Karşıyaka’da yaptıklarından sonra Lasme’nin yerine Panathinaikos’a gitti bu sene. Jordan Farmer gibi bir oyuncunun burada kazandığının üçte birine NBA’ye kaçması (Sonuçta Amerikalı yine de anlayabiliyorum) ya da Sasha Vujacic’in geçen seneyi boş geçirip şimdi İtalya’da sponsorlarından adı bile anlaşılamayan bir takımda oynaması Efes basketbol markasına günden güne zarar veren şeyler. Kulübün her sene kazık paralara Yugoslav menajerlerin çiftliğine dönmesi ve Avrupa’da kazanacaklarının 3 – 4 katına Efes’e Yugoslav oyuncularla sözleşme imzalatmaları, belki de yukarıda saymadığımız yapısal sorunların en dile getirilemeyen ve en çok can yakanı.
            
Yıllar evvel Efes’in altyapısına girip, Türkiye’de oyuncu tarayan bir ortaokul arkadaşım vardı. 10 yıl kadar önce bir gün kendisiyle otobüs durağında karşılaştık. İkimiz de zamanında sınıfta basketbol delisi olduğumuz ve o dönem yakın arkadaş olduğumuzdan birbirimizi hatırlamamız zor olmadı. O gün hoş beş muhabbetten sonra konu onun işine geldi ve biraz işin tekniğinden konuşmaya başladık. O gün “Efes için en önemli şey savunma. Her şeyin başı savunma. Ona göre yapılıyor bizde bütün o taramalar ve araştırmalar” diyerek bana bir basketbol felsefesinden bahsetmişti. Fakat yıllardır o felsefenin çok zıttı işler dönüyor göründüğü kadarıyla A takımda. Gelen hocalar, giden oyuncular, bu ülkenin harcanan tonlarca parası…
           
Bir umut! Furkan Korkmaz var bu sene gelişimini takip edeceğimiz, biraz da Cedi. Gerisinin koç İvkoviç de dahil, herhangi bir yaraya merhem olabileceklerini düşünmüyorum. Yarım sezon bu takımı tahlil edip oyun kurucu pozisyonunu Doğuş ve Draper ile idare etmeye çalışırsan kimse senin burada yeni bir sayfa açıp, Efes’in makus talihini değiştireceğine inanmaz. “Böyle gelmiş, böyle gider” derler ya! 10 yıl sonra da Efes için aynı şeyleri konuşuyor olabiliriz. Tabi bir gün Tuncay Özilhan’ın kafası bozulup kulübü kapatmazsa.
                                                                                           

                                                                                             
Özgür Şevki Öztürk
ozgursevkiozturk@gmail.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Murat Çolakoğlu Murat Çolakoğlu