Son Yazılar

Futbol

basketbol

diğer sporlar

13 Mayıs 2014 Salı

Öfke Bir Çığ Gibi Büyüyor

Ligin sonu geldi, takım değerlendirmeleri ve oyuncu değerlendirmeleriyle meşgul herkes. Asıl sorun takımlar ve oyuncular değil, Türk futbolunda yaşanan çirkinlikler idi aslında bu sezon. Türk futbolunda şiddet uzun zamandır var fakat hiç bu kadar ciddi boyutlara ulaşmamıştı belki de. Artık insanlar ölür, takımların mağazaları yağmalanır hatta tekerlekli sandalye basketbolunda kavgalar bile çıkar oldu. Bunların sebeplerini iki başlık altında inceleyelim.

Öncelikle futbolun varlığını insanların, toplumların sağladığını düşünenlerden olmuşumdur. Ülkemizde futbolcusundan, tribündeki seyircisine, yöneticisinden, çıkan olaya müdahale eden polisine kadar hepsinin bizim toplumumuzun insanı olduğunu unutmamalıyız. Yani ilk sorun ülkemizde genel olarak oluşan bir gerginlik. Birbirimize karşı tahammülümüzün pek kalmadığı günler geçirdiğimizi unutmadan bunun da çok net bir şekilde futbolumuza yansımamasını beklememiz hayalcilik olurdu zaten. Empati yapamayan insanlar haline gelmemizin sonucu ve yangına her zaman körükle gitme alışkanlığımız bizi bu hale getirdi.  

Gelelim ikinci parametreye. Her kulübün bir geleneği olması gerektiğine inanırım. Geleneği çerçevesinde belli hassasiyetleri, bazı değişmez değer yargıları ve başarı uğruna feda edilemeyecek gerçekliklerinin olmasını doğru bulurum. Bununla beraber geleneği, maç öncesi ve sonrası tutumuyla taraftarın ve sahada mücadele eden futbolcuların yaratması gerektiğini savunurum. Yani olayın içinde tatlı-sert kavramını taşıyacak bir sertlik ve mücadele olmalıdır. Ama sertliğin tatlı sıfatını kaybettiği bir ortamda neler konuşulmalıdır?

Genel olarak “başarısız” bir toplum olmamızdan dolayı, bu toplum gerçeği tribündeki bazı seyirciye de yansıyor. Hayatında elde edemediği başarıyı sahada görmek istiyor adam doğal olarak. Takımı en büyük rakibini yensin, güzel futbol oynasın, gol yemesin, hep atsın, hiç ama hiç yenilmesin… Böylesine ütopik beklentileri olan seyirci en ufak bir olumsuzlukta başlıyor tabii ıslıklamaya. Küçük küçük kıvılcımlar büyüyor zamanla.

Sonra günümüz yöneticisi çıkıyor ortaya. Padişahtan bozma yöneticiler için güya başarı ilk kriter oluyor. Kulüp tarihi, gelenekleri hiçe sayılıyor. Para için yapılmayacak icraat kalmıyor. İşler kötü gidince de sıfır öz eleştiri ile çekiliyor kılıçlar; hakem kötüydü, rakibimiz maçı provake etti gibi gibi… Tarihine ve geleneğine sahip çıkmamak, vizyonunu hep para çerçevesinde kurmaktan oluyor bunlar hep. Oscar Wilde’ın bu sözü açıklıyor kafamızdaki çoğu şeyi: “Hiç kimse geçmişini satın alabilecek kadar zengin değildir.”

Bu harika(!) yöneticilere inanan, güvenen seyirci de geriliyor haliyle. Tribünler arası kutuplaşmalar, cepheleşmeler kulüplerin ellerinde kalan tek varlığa da zarar veriyor. “ Vur, kır parçala bu maçı kazan’’ felsefesiyle yüksek tansiyon vücut bulup bir canavarmışçasına stadyumlara, salonlara sıçrıyor. Bu yüzden 12-13 yaşındaki çocukların maçlarında tribünler birbirine saldırıyor işte…
Sonra yine bundan kendine fayda sağlayan zihniyet giriyor devreye. Fahiş fiyatlara izlenen maçlar, ekstra pahalıya satılan formalar, stadyumların ‘’mabed’’ den çok alış-veriş merkezlerine çevrilmesi, binlerce dolara satılan localar derken seyirci eninde sonunda bu çarkın dönmesini sağlayanın kendisi olduğunu hissediyor. Bu Avrupa’da iyi bir sahiplenme sebebi fakat bizim ülkemizde iş böyle yürümüyor. Kulübü sahiplenmeyi başarıyor taraftar ama hiçbir şeyin kulüpten büyük olmadığını unutuyor. Küçük bir değer kaybı ile başlayan sorunlar dağın tepesinden aşağı doğru bir çığ gibi büyüyerek devam ediyor.

Biliyorum ortada bir sürü parametre ve bir sürü etken var. Ben hiçbir kulüpte yönetici değilim, bir medya organında yazar yada söz sahibi değilim, sahada top koşturan biri hiç değilim. Sade ve sade sıfatım seyircilik. Ve ben bir seyirci olarak seyirlik bir oyun istiyorum. Ortada bir iğne bir de çuvaldız var. Tüm yazı boyunca seyirciler olarak çuvaldızı kendimize batırmayı tercih ettim. Bu durumu düzeltebilecek birisi varsa o da taraftardır. Eğer sahada rakibine küfür eden futbolcu kendi futbolcusu da olsa ayıplanırsa utanır diye düşünüyorum. Rakip takım adabı ile kazanırsa ve sen alkışlarsan diğer rakip de zamanla bunu yapar diyorum. Maçtan önce rakip seyirci ile kucaklaşır ve geçmişte yapılan hataları üstünlük kurma amacı gütmeden, karşındakinin de senin insanın olduğunu bilerek dile getirirsen düzelir diyorum. Ben haklıyım zihniyetinden çıkıp, gerçekleri görüp daha sonra da dillendirilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Elbette holiganlık devam edecektir fakat bunu en aza indirgemek yine taraftarın görevi. Gazla çalışan bir millet olduğumuz için düşünmeyi sonraya bırakıyoruz. Düşünmeyi öne alırsak, fırsat vermez isek başka çözüme gerek yok zaten.


İki güzel olayla yazıyı bağlıyayım. Birincisi kendi seyircisi önünde şampiyonluğu ilan etme maçında seyircisiz oynama cezası alan Fenerbahçe için TFF’ye cezayı iptal edebiliyorsanız edin diye açıklama yapan Beşiktaş kulübünü kendimce ayakta alkışlıyorum. Ve yine bu sefer şampiyonluğunu garantilemiş Fenerbahçe’yi kendi evinde alkışlarla karşılayan ve mükemmel bir ev sahibi özelliği gösteren Akhisar kulübüne de sonsuz tebriklerimi yolluyorum. Ve olması gerekenler bunlardır diyorum.




Ahmet Erdoğan
Kocaeli Üniversitesi Metalurji Malzeme Müh.
amet-erdgn@hotmail.com
Twitter : @ameterdgn

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Murat Çolakoğlu Murat Çolakoğlu