Köpekler yaradılışları gereği sürü halinde yaşarlar. Sürü
demek ortada bir düzenin, bir hiyerarşinin olması demektir. Alfa köpeği ise bu
sürünün başındaki köpektir. Diğerleri ondan korkarlar, itaat ederler, sadece
yardımcıları olabilirler. Ama herhangi bir başkası sürüye saldırdığında en önde
yer alan, en güçlü, en korkusuz köpek de alfa köpeği olur. En belirleyici
özellikleri ise bir sürüde tek alfa köpeğinin bulunmasıdır. İkinciyi
yakınlarında bulurlarsa onu öldürmek için ellerinden geleni yaparlar.
Bu tanımlamayı sadece köpeklerde veya hayvanlarda kullanmak
çok yanlış olur. İnsanların da topluluk halinde yaşadığı ve bir düzenin bir
hiyerarşinin olduğu gerçeğini düşünürsek , insanlarda da “alfa” karakterlerin
olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Hele hele Makyevelist felsefenin dibine vurulan
spor dünyasında, hayatını rekabet ederek kazanan sporcuların içinde bu karakterlere
sıkça rastlarız.
Magic Johnson ve Larry Bird bu karaktere tam olarak uyan
insanlardı.Keza Michael Jordan da öyle. Majestelerini takım arkadaşları
genellikle sevmezdi, belki bazıları onunla aynı takımda olmak bile istemiyordu.
Ancak hepsi saygı duyuyordu, korkuyordu hatta ondan. Antrenmanları ciddiye almadığı
için yüzüne top fırlattığı arkadaşından tutun da sahada yaptıkları her yanlış
için bağırdığı herkes ondan korkardı.İş rekabete geldiğinde karşı takımdaki en
iyi oyuncuyu gözüne kestirir, üzerine yürürdü. Onlara sataşıp, sinirlendirip
zayıf taraflarına saldırırdı. Kendisinden hala “Majesteleri ” diye bahsediyor
oluşumuz da bundan ileri geliyor. Hayranlığımız, idol haline getirişimiz de
bundan.
Basketbolda artık başka bir çağa girmiş durumdayız. Eskiden
olduğu gibi basketi atabilmek için sağlam bir dayak yemeniz gerekmiyor. O eski “Bad
Boys” takımı yok. Eskisi gibi “trash talk” yapılmıyor maçlarda. Rakipleriyle
ölümüne mücadele eden süper yıldızlar yok artık. Maçta karşısındaki oyuncuyla
laf dalaşına girmektense birbirlerine gülümseyen oyuncular var. Hakemler eskisi
gibi faullere iltimas geçmiyorlar . Sert bir faul yapan oyuncu anında özür
diliyor rakibinden. Eskisi gibi tüm benliğiyle rekabet eden gladyatörler değil
de sadece sporunu yapan sporcular var artık.Ama biz insanlar böyle sporcular mı
istiyoruz sizce? Hepimiz Lebron’u yeterince sert olamadığı için eleştirmedik mi
? Kevin Durant’in Russel Westbrook karşısında “dayılık” yapmasını ve sazı eline
almasını istemedik mi ?
Sporda her ne kadar şiddeti desteklemesek de alfa
karakterler görmek istiyoruz sahada. Karşısındakini yenmek için değil de sanki
öldürmek için sahaya çıkan karakterleri istiyoruz. Centilmenliği, fair-play'i
ne kadar yaymaya çalışsak da içimizdeki rekabet duygusu ağır basıyor, doğamıza
karşı gelemiyoruz.Kabul edelim insan doğası bunu istiyor.
Türünün son örneği olarak kalan isim ise Kobe Bryant. Başlangıçta sürüdeki alfa köpeği olamadı
takımında. Ancak hiçbir zaman Scottie Pippen’ın yaptığı gibi kabullenmedi de
yardımcı olmayı. Shaq ile birlikte tarih yazdılar yıllarca ancak kavga ettiler
ve ayrıldılar.Bir sürüde iki alfa birlikte bulunamadı. Shaq’ın gidişi ile
birlikte sürüdeki lider konumuna geçti. Yardımcı olup kazanmaktansa lider olup
kaybetmeyi seçti. Yıllarca kaybetti, yenile yenile yenmeyi öğrenene kadar. Her
maçına aynı ciddiyetle aynı rekabet duygusuyla çıktı. Maçın en kritik anlarında
o meşhur alt çenesini öne çıkardı. Rekabetten beslendi, kendisine bir kariyer
yarattı rekabetten. Tıpkı majesteleri gibi o da geride olmayı, yenilmeyi
kabullenmedi. Kazanmak için ne gerekiyorsa yaptı. Takım arkadaşlarına kibar bir
tabirle ”büyük abi” oldu. Yaptıkları her yanlış harekette, kaçırdıkları her
adamda tıpkı büyük abiler gibi kızdı bağırdı. Sadece sürüyü takımı yenilmekten
kurtarabilmek için. Sahada ona herkes saygı duydu. Onun yanlarında olduğunu
bilmek her zaman kazanmak zorunda olduklarını hatırlattı. Kazanırken de
kaybederken de en büyük payı aldı. Aşil tendonunun koptuğu anda bile yere yatıp
acıdan şikayet etmedi. Kalktı, faul atışlarını kullandı ve yürüyerek sahayı
terk etti. Takımını (sürüsünü) böyle bir sakatlık için bile olsa bir başka
sürünün karşısında yalnız bırakmak istemiyordu sanki.
Takımdaki lider olmadan kazandıkları sanki hiçbir şey ifade
etmiyordu onun için. Kendi başına kazanmak zorundaydı. Tarihe Shaq’la birlikte
şampiyonluklar kazanıp sonra da kavga eden uyumsuz çocuk olarak değil de “Black
Mamba” olarak not düşülmek istedi.
Dallas’a süpürüldükleri 2011 playyofflarını hatırlayalım.
3-0 geriye düşmüşlerdi. Tarihte böyle bir geri dönüş yok. Kendisi de yapamadı
belki ama çok iyi hatırlıyorum “Hala şansımız var, sahaya çıkıp savaşacağız.”
sözünü. İşin asıl bizi ilgilendiren tarafı ise kimse Kobe’nin bunu inanmadan,
sadece medyaya malzeme vermek için söylediğini düşünmedi. Herkes Kobe’nin buna
gerçekten inandığını biliyordu.
Şu anda 36 yaşında iki yıldır doğru düzgün basketbol oynamadı. Lakers takımı hiç de şampiyon olmak için kuracağınız türde bir takım değil. Ama o yine şansları olduğunu düşünüyor. Sakatlıktan hele hele bu yaşında geçirdiği bu derecedeki ağır sakatlıklardan sonra bile bir şansı olduğunu düşünüyor. Yaşlandığını, eskisi gibi olamayacağını kabullenemiyor. Vücudu artık bunu kaldıramayacak derecede yorgun olsa da zihni hala aynı rekabet duygusuyla düşünüyor. Tıpkı Michael Jordan’ın Hall Of Fame konuşmasında söylediği “Beni 50 yaşında basketbol oynarken görürseniz sakın şaşırmayın.” sözü gibi. Rekabet Kobe Bryant ve Michael Jordan gibiler için hiç bitmiyor.
Doğamızın, bilinçaltımızın sahada görmek istediği alfa
köpekleri artık yok. NBA yönetiminin böylesine karakterleri istemediği , uygulamaları düşünürsek gün gibi ortada. Sadece Kobe kaldı geriye, onun da ne kadar süre daha devam
edeceğini bilmiyoruz.Elimizdekinin değerini bilelim.
Mehmet Tezcan Güden
İTÜ Makine Müh.
mhmttzcngdn@gmail.com
@mhmttzcngdn
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder