Dünya Kupası topunun nam-ı diğer Brazuca’nın santraya
konmasına sayılı günler kaldı artık. Futbol tutkunu herkes bu anı bekliyor. Yaklaşık
bir ay kadar futbola doyacağız sambacıların diyarında. Ben dünyadayken düzenlenecek
5. Dünya Kupası organizasyonu olacak tabii ki 3 yaşında olduğum Fransa’98’i de
sayarsak. Hiç saymayalım ve 2002’den, ilk ve en özel olanından, başlayalım
bence. Ülkemizde futbolla ilgili her insan evladının hayatındaki en özel
aylardan biriydi 2002 Haziranı. Ne de olsa “Ay yıldızlı forma” Dünya arenasına
çıkmıştı. Hep birlikte eşlik ettik maçlardan önce okunan milli marşımıza. Şimdi
çok anlamsız gelse de “Ne Kosta Rika ne de Çin ne de sambacı Brezilya…”
marşıyla kendimizden geçtik. Hangimiz unutabildi ki Hasan Şaş’ın kaleci
Marcos’un kırmızı eldivenlerine karşı sol çaprazdan attığı golü? İkinci yarıda,
daha sonra 2006’da da atacağı gollerle kupa tarihinin en golcü oyuncusu olacak
sambacıların 9 numarası Ronaldo ve dönemin 10 numarası Rivaldo hevesimizi
kursağımızda bırakmıştı ama İlhan Mansız’ın şimdilerde bizden biri olan Roberto
Carlos’a attığı efsane çalım yüzümüzü güldürmeye yetmişti. Sahi o çalımı
mahalle aralarında denemeyen var mı? Takımımız gruptaki 3 maçta “her sonucun tadına
bakarak” 4 puan toplayıp son 16’ya kalırken memlekette kupa heyecanı da ikiye
katlanıyordu. İkinci turdaki rakip ev sahiplerinden Japonya’ydı. Turnuvaya saç
modeliyle çoktan damga vurmuş Ümit Davala attığı golle, kendisinden ilham alıp
saçlarına mahalle berberine aynı şekilde yaptırtan çocuklar da dahil tüm
Türkiye’yi sevince boğuyor, çeyrek final kapısını ardına kadar açıyordu. Bu
hikayenin en güzel yanıysa burada bitmeyecek olmasıydı. Çeyrek finaldeki
rakibimiz Kara Kıta’nın temsilcisi Senegal’di. 90 dakika boyunca gol olmayan
maçta uzatmaların 4. dakikasında İlhan Mansız attığı “altın gol” ile gol
perdesini hem açıp hem de kapatırken Şenol Güneş ve öğrencileri taç çizgisi
kenarında sevinç yumağını oluşturuyorlardı.

Türkiye hiç uyanmak istemediği bir rüyadaydı adeta. Ay
yıldızlılar dünyanın en iyi 4 takımı arasına girmişti. Türkiye’yi bu rüyadan
uyandıranlar ise hiç de yabancı olmayacaktı. Yarı finalde rakip gruplarda
kaybettiğimiz Brezilya’ydı. Futbolun sihirli ayaklarına karşı yine iyi futbol
oynayan takımımız ikinci yarının başında bir kez daha kimilerine göre dünyanın
gelmiş geçmiş en iyi santraforu olan Ronaldo’ya boyun eğiyor, kupa rüyasından
da uyanmış oluyordu. Aynı Ronaldo
finalde de Almanya ağlarına 2 gol birden bırakacak ve kupayı bir anlamda
ülkesine taşıyacaktı.
Türk halkına unutamayacakları bir turnuva yaşatan
millilerimiz 3.lük maçında ev sahiplerinden Güney Kore ile karşılaşıyordu.
Turnuva öncesi en büyük gol silahımız olarak gösterilen ancak 3.lük maçına
kadar golle tanışamayan Hakan Şükür, İlhan Mansız’ın ara pasına hareketlenip
golü attığında tabela 11. Saniyeyi gösteriyordu. Bu bir rekordu ve “Dünya Kupaları
tarihinin en erken golü” olarak kayıtlara geçiyordu. Hakan Şükür 1962 Şili’de
Meksika ağlarını sarsan Çekoslovakyalı Vaclav Masek’in ismini silip kendi
ismini yazmıştı. İlginç bir rekorla başlayan maç, başından sonuna kadar dostluk
çerçevesinde geçiyor takımımızın 3-2 üstünlüğüyle sona eriyordu. Türkiye milli
takımı yurda “Dünya 3.sü” unvanıyla dönüş yaparken bir sonraki Dünya Kupası
için 2014 yılında hala bekliyor olacağımızdan kimsenin haberi yoktu.
Sercan USLU
İTÜ Meteoroloji Mühendisliği
Mail: uslusercan1903@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder