Son Yazılar

Futbol

basketbol

diğer sporlar

3 Mayıs 2014 Cumartesi

Tükenmez Kalem Sohbetleri, Sporda Şiddet

Bu dönem Statik, Hava Kirliliği, Yer Bilimi gibi sıkıcı derslerin yanında kredisiz bir ders daha aldım ; Spor ve Medya. Devam ettiğim tek ders oldu diyebilirim. Yanılmıyorsam 45 kişilik kontenjanı vardı. Dersi yalnızca ben aldığım için sınıfta tahtada ders anlatarak vs. değil, hocanın İTÜ Beden Eğitimi Bölümü Binası'ndaki özel odasında birebir sohbet ederek işledik. Dersi kim veriyor ? Usta yazar Metin Tükenmez.

Dönem başından beri hep yapmak istedim ama bir türlü fırsat bulamadım. Blogda bir "Tükenmez Kalem Sohbetleri" köşesi açmayı istiyordum. Bazen üşendim, bazen yazıların birikmesini bekledim. Anlayacağınız işe bir türlü girişemedim.

40 yılı aşkın meslek hayatı olan, Cumhuriyet Gazetesi, Aydınlık Gazetesi'nde durmadan yorulmadan köşe yazıları yazmış, 8 tane akademik kitap çıkarmış bir üstattan bahsediyoruz burada. Ondan aldığım bilgileri, ettiğimiz sohbetler esnasında edindiğim tecrübeleri buradan sizlere aktarmayı isterdim. Olmadı. Telafi için bu yazıda birkaç hafta önce işlediğimiz dersten ufak tefek aldığım notları aktaracağım.

Metin hoca bir keresinde beni çok şaşırttı. Medyanın spordaki rolünü konuştuğumuz bir sırada, "Hocam bunca şiddetin bunca çirkinliğin ana sebeplerinden biri de medya (yazılı basını kastediyorum) değil mi, halkı eğitmesi bilinçlendirmesi gerekmez mi?" diye sordum. "Hayır" dedi. Japonya'daki ulusal gazetelerin satış rakamlarıyla Türkiye'dekilerin satış rakamlarını bir kıyasladı ki sormayın gitsin. Arada uçurum var. Detaylı olarak tirajları hatırlamıyorum ancak Japonya nüfusunun %60'a yakın bir kısmı kadar gazete satılıyor orada günlük. Ülkemizde ise toplam tiraj nüfusun %10'u civarında. "Ayrıca medya eğitim öğretim meleği değildir, 3 temel görevi vardır ; Haber verme, yorumlama ve eğlendirme. Bunların dışında medyanın hiçbir görevi yoktur. Denemeye çalışırsanız komik duruma düşersiniz." Yani o günden sonra "bu gazeteler çok çarpıtıyor gerçekleri yahu, her şey bunların yüzünden" demeyi bıraktım. Artık varsa yoksa nefretimi televizyon ve internete yönlendiriyorum.

"Peki hocam nedir sizce yaşanan bunca gerginliğin sebebi?" diye sordum. O sıralarda da Galatasaray-Fenerbahçe maçı oynanmış, malum atmosfer yaşanıyordu futbolumuzda. "Haftaya sporda şiddeti konuşacağız, şimdilik medyanın rolü ve işlevi" diyerek hevesimi kursağımda bıraktı. Bir hafta sonra derse sabırsızlıkla gittim. Konu sporda şiddet. Hocayı dinleyeceğim ama benim de söyleyeceklerim var. Fakat hoca konuştukça olaylara ne kadar yüzeysel yaklaştığımı fark ederek susuyorum. İstersen gel madde madde koyalım önümüze diyor. Tamam diyorum, daha önce üzerinde düşünmediğim şeylerle karşılaşıyorum :

- "Sporda şiddet istenildiği anlamda hiçbir zaman sona erdirilemez. Çünkü şiddet oyunun doğasında var. Koşmak, mücadele etmek, çekmek, atlamak, hırpalamak zorundasın. Sadece en aza indirgeyebilirsiniz. Sonuçta yarış içerisinde bulunanlar da insan. Canları yandığı zaman tepki gösteriyorlar. Yani birincisi sahanın içindeki şiddeti sıfırlamak tamamen ütopiktir ve oyunun felsefesine aykırıdır. Ama işi başka boyutlara taşıyan futbolcular da maalesef mevcut. Provoke etmekten haz alıyorlar. Karakterleri bu yönde. Kendi taraftarına o kadar şirin geliyor ki gözleri kör oluyor. Yaptığı yanlışa terbiyesizliğe bakmadan arka çıkıyorlar. Bunlara adam akıllı cezalar yaptırımlar uygulamak zorundasınız. " (Hoca burada Emre ve Melo için pek sevimli olmayan şeyler söylüyor, anladınız siz onu ; buraya yazmıyorum)

- "Tribünlerdeki oturma düzeni berbat, kusurlu ! Eskiden Erman Toroğlu artistlik yapmak için santra yapılmadan önce tribünlerdeki polislere işaret eder, merdivenlerin boşaltılmasını isterdi. Maçları 9-10 dakika geç başlatırdı. Sonra ne olurdu ? Tabii ki ilk düdükten bir kaç dakika sonra o merdivenler aynen eskisi gibi insanlarla dolup taşardı. Kulüpler bir koltuğa birden fazla bilet kesiyor. Doğru düzgün yerleşmiş bir düzen yok. Bir koltukta 3 kişi ayakta. Sığmayanlar merdivenlerde.

 Saha ile tribünler arasında tel örgüler var. İster istemez taraftarı kapana kısılmış bir hayvan moduna sokuyorsunuz. Her sıra koltuğun başına bir polis dikiyorsunuz. Yetmiyor tellerin ön kısmına ellerinde makinalı tüfekler olan polisler yerleştirip 90 dakika boyunca taraftara dik dik baktırıyorsunuz.

 Ev sahibi takıma 20.000+ kişi, rakip takıma 2.000 kişi taraftar bulundurma şansı veriyorsunuz. Eskiden sayılar eşitti. Hatta klişedir ama taraftarlar karışık otururdu. Şimdi ise kocaman ezici bir kalabalık küçük bir azınlığa karşı. Psikolojik bir "büyük balık küçük balığı yutar" ortamı oluşuyor. Hemen her maçta ev sahibi taraftarların "çıkışta bekleyin" tezahüratlarını duyabilirsiniz."

- "Ülkenin politik durumu, ekonomik durumu, sosyal durumu en çok ama en çok stadyumları etkiliyor. Bir ülkenin gelişmişlik düzeyini en iyi stadyumları analiz ederek anlarsınız. Ülkemizde insanlar mutsuz. Sporda şiddetin en önemli sebebi budur. Hayat şartları elverişsiz. Hayatın tam ortasında şiddeti dolu dolu yaşıyorlar, spora sirayet etmemesini bekleyemezsiniz. Onu geçtim en basitinden adam bir gün maça gidecek diyelim. Evden çıkmadan hanım ile bir ton tartışıyor. Çoluğun çocuğun rızkını maça mı verdinden tutun da gerisini siz getirin. Evden kendini zor atıyor. Trafikte saatlerce bekleyip ya da balık istifi gibi metrolarda otobüslerde yolculuk edip anca stada ulaşıyor. Daha bileti elinde stada girmeyi beklerken sinir küpü olmuş durumda. Hıncını çıkaracak, hanıma olan sinirini, hükümete olan sinirini, trafiğe olan sinirini atacak bir ortam buluyor. Sahada o çok sevdiği futbolcusuna gelen en ufak bir darbede çileden çıkıyor. Gözü dönüyor."


Hocanın saydığı maddelere ek olarak ben de yöneticilerin haddinden fazla konuşması, rakip takım elbiselilerle karşılıklı atışmaları laf sokmaları hakaretleri, basılı yayın-tv yayını fark etmez medyanın ve sponsorların bu tarz gerginliklerden şiddetten fazlaca beslenmesi ve gelir elde etmesi (örneğin Melo Fenerbahçe ile ne oranda düşman olursa taraftar onu o oranda sever, aynı oranda da Melo'nun reklamında oynadığı ve köpek hareketini üzerinde barındıran kol bileklikleri satar), sporculara aşırı maaşlar verilmesini ekleyebilirim.

Özetlemek gerekirse hoca diyor ki, şiddet sporun hele ki futbolun olmazsa olmazıdır. Yani bitiremezsiniz. Ama çıkan ekstra olaylar, ülkemize gelen yabancı futbolcuların çoğunluğunun kırmızı kartlara müptela olması, taraftarların saldırganlığı, bıçaklamalar, yaralamalar, rakip oyuncuya olan nefret ; ülkenin içerisinde bulunduğu sosyo-ekonomik şartların doğal bir sonucudur. Yabancı ülkelerde de yaşanıyor gerginlikler ancak gelişmiş ülkelerde bizim gibi gelişmek için çırpınan ülkelerde olduğu boyutlarda ve şekillerde göremezsiniz. 

Ümitsiz değilim ama galiba bir 150 sene geçmesi gerekiyor olumlu anlamda gelişmelerin çabaların sonuç verebilmesi için. Tabii adım atılırsa. Uzun bir "süreç" lazım bu ülkeye, "süre" yetmez. Böyle giderse bu spor terazisi de bu sıkleti daha fazla çekmez...






Anıl Güler
İtü Çevre Müh.
anilguleritu@gmail.com
Twitter : @anilgulerr

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Murat Çolakoğlu Murat Çolakoğlu