Tribün-sporcu arasındaki ilişki çoğu zaman platoniktir. İstisnaları da yok diyemeyiz. Kulübüne gönülden bağlı, adeta bir taraftar gibi kulübüne aşık sporcular tabii ki mevcut. Ancak bu karşılıklı sevgi ve bağlılık ilişkisi bazen "profesyonellik(!)" adına paraya kurban gidebiliyor. Taraftardan gördüğü sevginin yanında yeni kulübün -hatta belki de "düşman" diye tabir edilen kulüplerin- önerdiği milyonlar daha sevgi dolu bir kucak olabiliyor. Sonuçlarının da çok iç açıcı olduğu söylenemez. Şimdi gelin bu "profesyonel" sporculardan birkaçına kısaca göz atalım.
Lebron James Ohio’nun seçilmiş çocuğu daha 16 yaşında parayla maç izlettiren adam, Clevelandlıların son umudu, taraftarının kralı, tapılan adamdı. Uğraştı çabaladı olmadı bir yüzük takamadı o devasa parmaklarına. “The Decision” saçmalığı adı altında “ Yeteneklerini South Beach’e taşıdı,” Formaları yakıldı, heykelleri yıkıldı, adından bin bir türlü espri türetildi. Miami’de 2 kez şampiyon oldu 3.sünün de peşinde. Artık kendisine 1 dolar verdiğinizde 4. çeyreği de veriyor olsa bile ne Miamili Dwayne Wade olabilir ne de Ohio’nun kurtarıcısı seçilmiş kişi.
Barcelona formasıyla bir çok şampiyonluğa ulaşan -UEFA Kupası da dahil- Luis Figo, Katalan taraftarın göz bebeğiydi. Her şutu heyecan yaratır, kanattan sürdüğü toplar tribünleri beraberinde sürükler, asistleri ile mest ederdi. 2001 yılında 56 milyon dolar karşılığında Barcelona'dan Galacticos'un yolunu tuttu. Burada da büyük başarılara -Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu dahil-.imza attı. Barcelona'da aldığı maaşın az olduğunu savunarak Real Madrid ile anlaşan Figo'yu Katalanlar hiç affetmedi. Hain ilan edildi. Real Madrid formasıyla Nou Camp'a geldiği ilk maçta sahaya domuz kafası bile atılmıştı.
Tanju, Galatasaray'ın "ölümcül santraforu"ydu. Gol atmadığı takım, hayallerini yıkmadığı kaleci kalmadı. Avrupa'nın gol kralı oldu, Türkiye'nin tarihinde gördüğü en spektaküler golcüsüydü. Ayağıyla, kafasıyla, sırtıyla hatta göbeğiyle ; top neresine gelirse gözünün yaşına bakmadan ağlarla buluşturdu. Tam anlamıyla bir Kral'dı ta ki...
Sarı Kırmızılılarla anlaşamayıp Mecidiyeköy-Kadıköy otobüsüne atlayarak güzergahını değiştirdiğinde bütün imajı sarsıldı. Fenerbahçe ile de iyi maçlar çıkardı, goller attı-attırdı. Ancak ne Fenerbahçe için bir "Şeytan Rıdvan" olabildi ne de Galatasaray için bir "Büyük Hakan". Avrupa gol kralı Tanju Çolak olarak kaldı.
Shaquille O'Neal 1992 draftında Orlando Magic'e katıldı. Daha ilk senesinde kimselerin tahmin edemeyeceği bir performans gösterdi. Orlando'yu tarihinde ilk kez finale çıkardı, sahayı en büyük adamlara dar etti ancak Magic şampiyon olamadı. Şöhret basamaklarını Orlando taraftarının omuzlarında çıkıp Hollywood'un yolunu tuttu. LA Lakers takımında bir basketbolcunun hayal edebileceği tüm NBA başarılarının altına imzasını koydu ancak Lakers taraftarının gözünde hiç bir zaman bir Kobe Bryant ya da bir Magic Johnson olamadı.
1996-97 sezonunda Galatasaray'a gelen Emre Belözoğlu küçük yaşına rağmen A Takıma girdi, forma bulmaya başladı. Fatih Terim ve o meşhur "2000 ruhu" kadrosuyla birlikte büyük işler başaran takımın bir parçasıydı. Ardından İnter ve Newcastle ile Avrupa macerası yaşadı. Türkiye'ye dönüşü ise olay yarattı. Sarı Lacivertliler ile sözleşme imzalarken "Ben aslında Fenerbahçeli'ydim" sözleri 20 milyon taraftarı kendisine sevgiyle bağlarken, bir başka 20 milyonu da kendisinden ömür boyu nefret etmesinin ilk adımıydı.

Uzun lafın kısası ihanet aşkı öldürür mü ? Bilinmez
ama profesyonelliğin öldürdüğü kesin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder